30 Aralık 2011 Cuma

yeni bir seneye girerkene

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 19:54 0 yorum
            Eveeeeett bir yılı da bayatlattık çöpe atıyoruz. Yeni bir yıla daha yeni bir aşk, yeni bir iş kısaca kendime yeni bir ben lazım duygularıyla giriyoruz. peki 2012 bize bunları sağlayacak mı? amaaan dert ettiğim şeye bak olmadı 2013 ten o da olmadı 2014 ten isteriz. isteyenin bir yüzü kara vermeyen zenci misali yılları karartıp karartıp göndeririz artık. Şimdi size yılbaşı dileklerimi saymayı isterdim ama şuan düşündüm de size saymam bir şey ifade etmeyecek sonuçta yapacak olan siz değilsiniz. (Allahım sen konuyu biliyorsun;))
           eski yılın son yazısı olarak sizi gülümsetmek istiyorum. (merak etmeyin seneye görüşürüz demeyeceğim bugün yeterince dedim zaten) bugünün konusu 'kaç yıl geçti?' sizin için derleyip toplayıp düzenlediğim bu bölümü okurken gülümsemeniz benim için tabi ki yeterli değil. Allahım hazanın dilekleri kabul olsun sen konuyu biliyormuşsun deyin işte o kafi. lafı çok dolandırmadan başlıyorum
+1969 doğumlu Yılmaz Morgül, aniden 1982 doğumlu olduğunu iddia ederek bizleri 6 yaşında assolist olduğu, 7 yaşında askere giderek dünyanın en genç askeri olduğu bilgisiyle baş başa bırakalı 1 yıl..
+Yılmaz Morgül Twitter'da "hayatlar balon, şahsiyetler teflon" "cinsellik tabutta rövaşata" "olmak levanten olmamak neolevanten, bütün mesele anten" gibi özlü tivitlerinin ardından "Bende Sokrates ve Decartes olabilirim. Benim onlardan neyim eksik?" diyerek Sokarates ve Decartesi mezarlarında ters döndüreli 1yıl...
+Ali Ağaoğlu "1970li yıllarda İatanbul'un Anadolu yakasında yapılan yapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini ben sattım . Kumları marmara denizinden, demirleri hurdadan çektik. Deprem olursa İstanbul'a ordu bile giremez. ölen şanslıdır" diyerek nasıl onurlu ve şerefli bir iş adamı olduğunu açıklayalı 2 yıl...
+2.lig takımlarında oynayan futbolculara 38 yaşına kadar askerliklerini tecil imkanı veren yasanın çıkmasıyla, bir anda Arsinspora transfer olan Alişan, takım küme düşünce derhal Tepecikspor'a transfer olup futbol severleri mest edeli 2 yıl..
+Melih gökçek olası sel baskınına karşı Ankaralılara "bir üst katta, komşuda filan kalın"şeklinde çok parlak bir fikir vereli 2 yıl...
+Tuğba Özay "dört yaşımda okuma yazma öğrendim o yaşta kendi kendime İsrail Filistin falan yazıyormuşum" diyerek Ortadoğu sorununa girş yaşını 4 olarak açıklayalı 3 yıl...
+Nihat Doğan sevgilisinden gelen mesajları gazetecilere gösterirken aniden "ben bunları size neden gösteriyorum" diye sinirlenip ceptelefonunu kıralı 5 yıl...
+Savaş Ay Stüdyo 4 programında şapkadan tavşan çıkartmaya çalışırken tavşan öldürüp kaza geçiren sihirbazlar tarihine geçeli 5 yıl...
+Vestel Manisa-Bursa maçında hakem Metin Tokat'ın başına bir paraşütçü düşeli 6 yıl...
+Seren Serengil Turgut Özal'a duyduğu hayranlığın nedenini "sayesinde benzin istasyonlarında şampanya satılmaya başlanmıştı" sözleriyle dünyanın en ilginç hayranlık nedenini açıklayalı 7 yıl...
+Çarkıfelek programında yerde debelenen Mehmet Ali Erbil ve Aysel Gürelin coşkusuna kapılarak üzerlerine atlayan İsmail Türüt Aysel Gürel'in beş kaburgasını kırıp, sanatçıyı hastanelik edeli 8 yıl...
+Canlı yayında Sevda Demirel'den tokat yiyen Hande Ataizi "bu tokat olayından sonra hayata bakış açım değişti, artık her şeye daha pozitif bakıyorum" diyerek tokatın insan psikolojisi üzerindeki etkilerine yeni bir bakış açısı kazandıralı 9 yıl...
+TRT denetleme kurulu, içinde hiç gitar kullanılmayan bir şarkıya "orkestradaki gitarın akordu bozuk" gerekçesiyle onay vermeyeli tam 41 yıl olmuş
          Sayın okuyucu umarım senin için seçtiklerimi beğenip gülümsemişsindir. yok eğer beğenmedim gülmedim diyorsan senin mizah anlayışın ölmüş, başın sağolsun... şaka bir yana ben bu yazıyı böylece kapatamayacağım sabaha kadar saçma sapan yazarım. söylemem lazım o iki kelimeyi. Afedersin okuyucu ama ... SENEYE GÖRÜŞÜRÜZZZZZZZ.... :)

30 Kasım 2011 Çarşamba

GÜNDEM

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 19:48 0 yorum
Off okuyucu off! çok dertliyim tam 3 gündür evin içindeyim cuma günü sınavım varda üstünüze afiyet biraz ders çalışıyorum. Tıp fakültesindeki ilk sınavıma gireceğim. Yalnız hazırlığın üstüne tıp çok fena soğuk duş etkisi yaptı. kafama huniyi geçirdim geçirecem. o kıvamlardayım siz anlayın. Şimdi diyosunuz ki madem sınavın var git çalış ne işin var burda? haklısınız ama demin ne oldu biliyor musunuz? şimdi anlatınca bileceksiniz. bi arkadaşım mesaj attı (kendisi koyu fenerbahçelidir) pazar günü Alex'in heykeli dikilecekmiş. Önce bi kaldım ben cevap veremedim. Sonra mesajı tekrar tekrar okuyup anlam veremedim. sonra bi kahkaha attım ve dayanamadım geldim karşınıza. Bir öğrenci bursunun 240lira bir anatomi atlasının 350 lira olduğu bir ülkede tutup  bir futbolcunun heykelini dikiyorsun milyarlar harcayarak. Hadi maddi boyutu geçtim demek fenevin babası zengin yada şike paralarını harcayacak yer bulamıyorlar ama bu adam ne yapmış bu ülkeye? bir kişinin hayatını mı kurtarmış? okul mu yaptırmış? ne yapmış? İlla birinin heykelini dikecekseniz babamın heykelini dikin. adam 25 yıldır cerrahlık yapıyor. kendi unutmuştur kaç kişiyi ölümden döndürdüğünü. Ama yok biz tutup Alexin heykelini dikiyoruz. olur mu ya adam o kadar top peşinde koştu terledi. Babanın hayrına mı terledi? adam işini yaptı (Allah var çok kutsal meslek(!)) aldı parasını birkaç yıl sonrada döner ülkesine mis gibi yaşar gider. bizde artık gelen turistlere anlatırız "Alex çok mübarek adamdı bizde dayanamadık heykelini diktik". bak şimdi aklıma ne geldi başbakandan izin aldılar mı acaba "UCUBE" demesin sonra yazık olur alex heykeline
          Biraz önce haber sitelerinde geziniyordum 3 gündür dünyayla bağlantımı kesmiş vaziyetteyim ne oluyo dünyada bi bakıyım dedim. bir haber dikkatimi çekti başmüzakereci ve Avrupa birliği bakanımız (nasıl bir bakanlık adı bu ya?) bir anısını anlatmış.4 yıl önce akp yi kapatma davası vardı hatırlarsanız işte o dava sürecinde kıymetli bakanımızın 9 yaşındaki oğlu sokakta arkadaşıyla oynuyormuş. arkadaşı bisikletini istemiş. bakanın oğlu vermeyince arkadaşı "babanın partisi kapatılacak baban işsiz kalacak bundan sonra bisiklete binemeyeceksin"demiş. zavallı sezercik pardon yavrucuk 2 gün ağlamış evde. bu masum yavruya kimse niye dememiş "evladım üzülme babanın şimdiye kadar biriktirdikleri sana gemicik bile sürdürür" diye. bizim zamanımızda sezercik vardı. bide eşeği vardı Fıstık. Şişko Nuri de "fıstık benim olcak binecem üstüne vuracam kırbacı" derdi. aslında sanırım bakanın oğluna da arkadaşı "bisiklet benim olacak binecem üstüne vuracam kırbacı" dedi de bakan bey yüreklerimiz burkulmasın diye olayı sadeleştirip anlattı.
         bakanın oğlunun bu anısına ağlamaktan gözlerim şişmiş bir vaziyette diğer haberlere bakarken gülme krizine girdim. niye mi? Engerekon pardon ergenekon sanığı Hayrettin Ertekin rahatsızlanmış (geçmiş olsun) ve hasteneye kaldırılmış. onu hastaneye götüren askerler adamı hastanede unutup gitmişler adamcağız silivriye taksiyle dönmüş. düşünün yani bir tutukluyu unutuyosunuz, adam kendi çabalarıyla hapishaneye gidiyor. ben buna sadece gülerim hemde kahkahalarla yorum yapmıyorum!
            Zengin çocukları gözünüz aydın, bedellide çıkmış hadi yine iyisiniz. kim uğraşacaktı askere git falan uzun iş basarım 30 bin liramı paşa gibi bedelli oh! nasıl olsa burada zenginsen canın sağ olsun fakirsen vatan sağ olsun. ama ne diyim sizde haklısınız. ortada savaş yok ama bizim şehit cenazemiz hiç bitmiyor. genceccik evlatlarımızı veriyoruz toprağa artık 30bin lirası olanları vermeyeceğiz işte bak ne güzel sevinelim hep beraber. acaba bu bedelli askerlik olayına şehit aileleri ne diyordur?
            Son olarak suudi arabistan suriye'yi kınamış halkını özgür bırak demiş. güler misin ağlar mısın? internetin yasak olduğu kadınların tek başına dışarı çıkamadığı bir ülke tutmuş suriye gibi bir cumhuriyeti kınıyosun sen kın kın kınasan ne yazar? buna sadece saçmalık denir.
             bir yazının daha sonuna geldik yapımda ve yazımda emeği geçen bana çok teşekkürler. sınavım için bana dua etmeyeni siteden engellerim güzel yazılarımdan mahrum kalırsınız ona göre mutlu günler :)

5 Kasım 2011 Cumartesi

Barut Komplosu

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 17:18 0 yorum
             V For Vendetta'yı izlediniz mi? çoğunuzun izlediğini düşünüyorum. izlemediyseniz bile bu gün 5 kasım. facede ki yorumlardan, duvar yazılarından veya paylaşımlardan 'la bu neymiş?' demişsinizdir illaki. o kadar da ilgisiz değilsinizdir heralde dünyaya karşı (dinime küfreden müslüman olsa). neyse mevzuya gelirsek eğer bugün 5 kasım. 'evet mevzu buydu dağılın beyler' değil tabikide. bundan tam 2011-1605 yıl önce (e yapın işlemi.. hadi acıdım halinize cevap 406) bir adam ingiliz parlemento binasını havaya uçurmaya çalıştı... ingiliz tarihinin en büyük 'vatan haini' damgasını yedi, korkunç bir biçimde idam edildi ve parçalandı... neden mi? çünkü sistemin karşıtıydı. 36 yaşındaydı. o Guy Fawkes'di.
'Barut komplosu' olarak bilinen bu olayın baş rol oyuncusuydu Fawkes. Aristokrasinin ve burjuvazinin kokmuşluğundan, umursamazlığından 'ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler' mantığından rahatsızdı. Robert Catesby, Thımas Winter ve diğer komplocularla birlikte kral 1. james'e ve diğer aristokrasiye karşı büyük bir plan yaptılar. yönetimi ve rejimi yıkmak isteyen 12 komplocu İngiliz parlamento binasını o yılki aristokrasi zirvesinde patlatmaya karar verdiler. Eylemcilerden birinin sarayda çalışan bir yakınına o gün sarayda olmamasına dair uyarısı kraliyetin kulağına gitti ve Fawkes lordlar kamarasının altında 36 varil barutla yakalandı. parlamentoya ve krala suikast düzenlediğini cürretkarca itiraf etti.
          Fawkes 31 ocak 1605 te parlamento binasının karşısında asılarak idam edildi ve vücudu parçalara ayrıldı. plan gerçekleşmedi ancak Barut komplosu ingiliz tarihinin ve dünya tarihinin dönüm noktalarından biri oldu. Bu komplonun baskıcı yönetime karşı anarşi hareketlerinin öncüsü olduğu geniş kitlelerce kabul edilmiştir. Şu bir gerçektir ki dönemin şartlarında bu olay muazzam bir başkaldırıydı. her ne kadar Fawkes istediği tabloyu göremeden ölse de tarihe adını unutulmayacak bir biçimde kazımayı başardı. günümüzde özellikle İngilterede sokaklarda, duvarlarda Fawkes'e atıfta bulunan duvar yazılarına rastlamak mümkündür. İrlanda da bir bar duvarındaki yazı :'Guy Fawkes; parlamento binasına dürtüst bir şekilde giren ilk ve tek adam. eylemin başarısız olması sonucu her yıl Fawer maskesi takan kuklalar yakılsa da aslında onun isyancı ruhu hala çoğumuzun içinde yaşıyor.
        5 kasım tarihi asıl yerini Alan Moore'un çizgi romanı ve James McTeigue’nin aynı adla sinemaya uyarladığı ‘V for Vendetta’ ile buldu.Filmde Fawkes maskesi takan 'V' bir terörist mi yoksa bir kahraman mıdır?  Andy ve Larry Wachowski’nin çizgi romandan uyarladığı film, bir başkaldırının nasıl toplumsal bir güce dönüştüğünü, ‘küçük’ hareketlerin büyük sonuçlara çevrilebileceğini harika bir biçimde gösterdi.
        Koyun gibi yönetilmek istemeyen her insanın içinde bir isyancı vardır ve bence bu filmi her düşünen veya düşünebilen, bir şeylerden şikayet edip değişmesini isteyen insanın izlemesi lazım. mutlu günler :)

14 Ekim 2011 Cuma

Hızır Amca

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 12:13 0 yorum
Sayın okuyucu bir şey rica edebilir miyim?zor olmayacak. sadece bir hayal kurmanızı isteyeceğim. bir gün okulda 3 dersin var biri 8.40 9.30 arası diğeri 1.40 3.30 arası diğeri 18.00 19.00 arası. sen her bir arada çeşitli nedenlerden dolayı eve gidip geliyorsun ev de yarım saatlik mesafe. ev okul arasını su yolu yapıyorsun. en son 8 de eve geliyorsun.
        ertesi gün de bir yakınının düğünü var. o yorgunlukla belini çoktan geçmiş nerdeyse popo altına gelen uzun saçlarını ( okuyucu eğer erkeksen burda bi dur. sadece hayal et merak etme hayal edince top olmazsın) yapmaya üşeniyosun o saatte kuaföre gidiyorsun saçlarını bir güzel fönletiyorsun. eve geliyorsun. ojelerini silip yenisini sürüyorun. en son aklına bulaşık geliyor.. saat 23.00. aklında "bir an önce yatıyım yarın cihatın dersi var sabahın köründe zaten amfide yer olmuyor bu insanlar orda mı sabahlıyor?" düşünceleri eşliğinde mutfağa gidiyorsun. allah allah kilim ıslak. "ne oldu ki acaba? kesin arkadaş su döktü ben buna temiz olmayı öğretemiycem" diye düşünürken başlıyosun bulaşığa. yağlı bulaşıkları sıcak suyla yıkıyorsun ama bir yandan da "şıp şıp" diye bir ses duyuyorsun arada bir suyu kapatıp sese kulak veriyorsun "buzdolabının buzu eriyor kesin" diyor işine devam ediyorsun. bir ara ilahi bir güç tarafından aklına lavaabonun altına bakmak fikri sokuluyor. doalbı açıyorsun ve aman tanrım, oh my god! sesleri yükseliyor açamadığın ağzından. tüm o yağlı bulaşıkların suyu dolaba inmiş. tüm yağlar, poşetler ve kömürler (ne alaka demeyin bura öğrenci evi) leş gibi. vıcık vıcık. hala polyanna ruhunuzda dolaşıyor "boru gevşemiş heralde dur şunu bi sıkayım" diyorsunuz ve o an polyanna mefta! boru elinizde kalıyor. ve tüm o iğrenç, pis leş su mutfağa doluyor. napardınız? diye sorup bu iğrenç hayalin ya da kabusun burda bittiğini söylemeyi çok isterdim ama malesef.
         Gidiyosunuz banyoya çamaşır suyuyla mutfaktaki randevunuza hazırlanmak için. bu sırada banyodaki kaloriferin kapalı olduğunu fark ediyorsunuz sanki o sıra çok normal bir zamanmış gibi var gücünüzle uğraşıp kalorifer peteğini açıyorsunuz. sonra çamaşırsulu suyu ve bezi kapıp iniyorsunuz mutfağa. 10 kere sildikten sonra biraz aklanıyor sanki. kovanızı alıp banyoya gidiyorsunuz ve banyonun yeri hafif ıslak aldırmıyorsuz. mutfağı su basmış banyo az ıslak ne olur ki? yorgunluktan bitap bir şekilde alinizi eyağınızı bir güzel yıkayıp ( kuaföre o kadar para verdikten sonra banyo yapacşak haliniz yok. kafanızda sabahın köründe tamirciyi arama fikirleriyle uyuyorsunuz.
           Sabah kalkıyorsunuz ve yüzünüzü yıkamak için banyoya gidiyorsunuz ve acı gerçek suratınıza bir şamar bir sille misali vuruyor. veeee daratatam... banyoda göl olmuş. bu durumda ne yapardınız? hayır yine bitmedi devam ediyorum. mecbur okula gidilecek. hazırlanıyorsunuz gidiyorsunuz gözünüzden uyku damlıyor. yattığınızda saat kaçtı bilmiyorsunuz bile. amfide zar zor bir köşe buluyorsunuz. gözlerinizle yaptığınız mücadeleyi kazanmış olsanızda sinsi uyku gözünüz açık alıyor sizi bir bakıyorsunuz ilk dersin sonu. ne öğrendin? "hiç" bir hışımla tamirciyi arıyorsunuz. zar zor yalvar yakar saat 11 e gelmesi için söz alıyorsunuz. 2 ders boşluğunuz var. o arada eve gidip bu işi halletmeyi planlıyorsunuz.
         dersten çıkıp koştur koştur. eve gidiyorsunuz. adam 11 de gelecek ya. saat 11.30 adamdan çıt yok arıyorsunuz adamı ve şok edici cevap :" işim var gelemeyeceğim" sanki ben onu yemeğe çağırdım. işte burda tıkanıyorsunuz. şimdi ne olacak? tamam bitti hayal şimdi gerçeğe dönelim. sizi bilmem ama benim bir tane hızır amcam var. o yetişti imdadıma. 10 dakika içinde tamirci geldi halletti ve gitti. bence siz de bu hayalin gerçek olması olasılığına karşılık bulun bir hızır amca. her eve lazım. mutlu günler :)

12 Ekim 2011 Çarşamba

c2 ile kalmak

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 13:05 0 yorum
          Allahım, tanrım, oh my god! yok ben kesin karar verdim şu hacettepede bi şeyden muaf olamadan ölüp gidecem. böyle gözlerim de açık olcak ölürken. canıma tak etti artık. bu isyanım niye mi anlatayım:
cuma günü okula gittim ama ölüyorum.. domuz gribi mi desem at gribi mi yok yok sanırım bana en uygunu inek gribi heh işte ondan oldum. boğazım ağrıyo ama nasıl bir ağrı. neyse dediler ki yarın bilgisayar sınavı var beytepe de iyi dedik. hastalıkdan ölüyorum ama cuma günü hiç evde durur muyum? beni tanıyan çoktan 'durmazsın' diye geçirmiştir içinden. neyse bn o akşamda yedim soğuğu bir güzel. uyku desen 3 5 saat. cumartesi  bi uyandım yüzmdeki 5 delikten 4 ü tıkalı. allahtan ağzım var o da olmasa napardım! kulak tıkalı duymuyorum. burnum tıkalı nefesi başka bi tarafımdan alıyorum. neyse yılmadım kalktım gittim sınava. sınav kitapçıkları önümüze geldi iyi hoş ama benim burnum dile gelmiş gibi bıraksam konuşacak. sümükle yazı felan yazmaya uğraşıyor. peçeteler ikrah etti. son çere çek babam çek. sümük artık içerde katman katman oldu. zaten garip garp sesler çıkarıyorum. koca amfide ses yankı yapıyor. rezillik diz boyu. içimden de geçiriyorum: "olur da patlarsam her taraf yeşil olcak" ben böyle kendi esprilerime beni hiç yarı yolda bırakmayan ağzımla gülerken bir yandan da optik kağıda güzel bir desen vermeye çalışıyorum. 60 sorunun 20sini bilerek 10 tanesini eh işte öyle böyle yaptım kalan 30a aval aval baktım sonra işte desenler yaptım bol bol e attım atarken de "e" candır dedim.(niyeyse) atmaktan sıkılınca kendimi dışarı attım. ve sonuç yine c2... bıktım ya d1 olaydı hatta f3 e bile razıyım. her sınavı sınrdan 2 3 puanla kaçırdığını blmek kadar başka ne koyar insana?(terkedilmek olabilir)
          bu arada tıp daki ik haftamı ve 2. haftamın yarısını geride bıraktım. tıpı yata yata okuduk veya okuyoruz (pardon HACETTEPE tıpı) diyen bir insan evladı varsa gelsin bulsun beni öpecem başıma koycam artık orda gezdirecem. dersler bu hafta başladı. allahım bu nasıl bir organik kimyadır. biz lisede ne görmüşüz. bi de ben çok zeki vatandaş derse girmeden önce diorum ki "organiği ben çok severim çok rahat geçecem" bok rahat geçerim. bizim 1 yılda gördüğümüz tüm organiği adam geldi 1 derste anlattı. meğer lisede gördüğümüzü buraya gelirken adımız gibi bilmeliymişiz. ama hak mı bu? ben hazırlık okudum. bunları en son 1.5 yıl önce görmüştüm. haayır görmeyi bırak ben 2 yıla yakındır yatmaya alışmışım bünyem kaldırmıyor. ilk dersin sonunda hacettepe tıpı zaten bırakmış hayatı bırakmaya hazırlanır bir vaziyette ayrıldım okuldan. eve geldim pestilim çıkmış 12 saate yakın uyuduktan sonra paşa paşa uyandım giyindim süslendim ve okula gittim. o günden sonra her gün aynı şeyi yapıyorum. bazen insan istemese de bir şeyleri yapmaya mecbur kalıyor. şikayet etmek bile yorucu geliyor şuan bana o yüzden saldım çayıra mevlam kayıra! allah sonumuz hayır ede gibi deyim ve atasözleri eşliğinde yazımı noktalıyoum.unutmadan benim için dua edin tıp dönem 1 de de c2le kalmak istemiyorum. mutlu günler..

29 Eylül 2011 Perşembe

Hiç HOŞBULMADIK Ankara!

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 17:20 0 yorum
           Bugün yaşadıklarım gerçek mi? bence ya biri bana kötü bi şaka yapıp sabrımı sınıyor ya da birilerinin (ankaraya gidiyorum diye hava attığım birileri olabilir) çok fena ahı tutuyor. sabahtan beri uzun zamandır yaşamadığım yorgunluk ve siniri yaşadım. benim keçiler kapıları zorluyor. anlatayım.
            dün akşam bindim otobüse. trabzondan ankaraya geliyorum. genetik olarak allerjik bir insanım ömrümün yarısı antihistaminik haplarla geçiyor. bu haplar yoğun uyku verir. Dedim yolda bi güzel uyurum işte. hapımı aldım yola çıktım. daha bir saat olmadan uykum geldi. 24 saattir yaşadığım en iyi olay şuydu ki yanım boştu. paşalar gibi çıkardım ayakkabıları uzattım bir güzel oh! kulağımda uyusunda büyüsünler felan çalınıyor. ilk bir iki saat iyiydi. sonra otobüs buz gibi oldu. ama ben ayılıp muavine diyemiyorum. arkadaki adam öğürüp duruyor. arkada baya telaş var ben kafamı kaldıramıyorum. sanırım uyuşturucu alanların yaşadığı bir şey bu. uçuyorum bildiğin yaşıyorum hissediyorum ama tepki yok. neyse bu yarı uykulu yarı uyanık halimle ulaştım ankaraya ama her zaman geç kalan otobüs ne hikmetse tam 1.5 saat erken vardı. plana göre (plan yapmayı bu yüzden sevmiyorum) arkadaşım benden önce varacaktı. o beni karşılayacaktı ama nerdeeee! indim otobüsten mecbur bi tane taşıyıcı amcaya dedim götür şu yüklerimi diye. amcaya dedim ki 'beni taksi duraklarının oraya götür' adam 50 metre yürümedi 'tamam' dedi burdan biniliyor taksiye. amcaya benim 5 lirayı o 2 adımlık yol için iç etti. adam gitti. ben tabi olayın bilincinde değilim. kafamı kaldırddım bi baktım ne taksi var ne bişe. amca beni öyle bir yere götürmüş ki mal gibi kaldım. biraz bekledim arkadaşım geldi. o akıllı tabi taksilerin kalktığı yere gitmiş. 'beni de 20 nolu kapıdan alın' dedim. geldi taksi. Allahım sen bu insanları bana sırayla mı gönderiyorsun? taksici bir söyleniyor ki sanki babasının hayrına götürüyor bizi. 'bu ne kadar bavulmuş' da 'sığmazmış' da biz amcaya bavullar çok olmasa metroyla 3 liraya gidebileceğimizi sırf bu yüzden taksiye bu kadar para baydığımızı anlatamadık.
           eve bin bir güçlükle geldikten sonra arkadaşım bavulları bıraktı ve hastaneye işini halletmeye gitti. bende bu sırada plan yapıyorum (bi daha da yapmam) bavulları yerleştiriyim, temizlik de yapıyım vs. buz dolabını bi açarım ki ne göreyim soğanlar çürümüş. buzdolabındaki soğan nasıl çürür insaf ya! leş gibi de kokuyor. 'dur şu dolabı sileyim' dedim. bezi ıslatcam musluğu bir açtım su yok. su burda kart sistemiyle. karta yüklüyorsun. ben giderken bu evin suları akıyordu. ne oldu şimdi? haydaaa! git bir daha kızılaya. düştüm yola. neyse hallattim döndüm. dönüşte de markete uğradım elim kolum dolu eve döndüm. bu sırada baktım posta kutum dolmuş. açarım ki ne göreyim. İHBARNAME! elektrik faturası 3 aydır ödenmediği için elektriğimi keseceklermiş. ama benim elektriğim otomatik ödemedeydi. gittim pttye doğruymuş. bir sinir annemi aradım. meğersem çok  akıllı banka memuru otomatik ödeme talimatını uygulamamış. bu sırada ben sinir krizlerindeyim pttnin önünde.
             tekrar geldim eve hazırlandım ve babamların bir arkadaşına düğün hediyelerini vermeye gitmek için yola çıktım. Allahım ev taaaaa nerde! bu sırada dikkatinizi çekerim hiç yemek yemedim. düştüm yola. sağolsun eşi karşıladı beni durakta. ben yorgunluktan açlığımın farkında değilim. kadın yemeği önüme koyunca yumuldum resmen kahvemi de içtim kalktım döndüm kızılaya. annem aradı eski borçlar ordan ödenmiyormuş ben burdan ödeyecekmişim. iyi bakalım çektim parayı geldim pttye fatura yok. neyle ödeyecem ben bunu? tekrar döndüm eve ara tara yok. en son şortumun cebinden çıktığında gülsemmi ağlasam mı bilemedim. çıktım ptt ye girdim. yorgun bir vaziyette faturayı veznedarın önüne koydum ve adam bana  'sistem bozuldu hiç bir işlem yapılmıyor' dediği anda başımdan aşağı kaynar sular üstüne buzlu sular döküldü. ordan çıktım iş bankasına gittim. erkek moda dergilerinden fırlamış gibi görünen baby face banka memuru liseli kızların aklını alacak bir edayla ' bizde fatura ödenmiyor' dedi. biliyoruz kardeşim sadece şansımı deniyordum.
           ordanda çıktım eve gelmek için karşıdan karşıya geçecem. ama yolu görmeniz lazım. bugün en az on kere geçtim ama her birinde 10ar dakika bekledim. ben öyle beklerken. iki adım ötede duran ve içinde kaybolmanın bebek işi olduğu üst geçidi yapan mühendisin nasıl bir fantazi içinde olduğunu düşünürken arkamda arabanın içinde olan ve kendini mahallenin bilgiçi sanan abi 'güzelim üst gecidi kullansana' dedi yapma ya! ben bunu nasıl da akıl edemedim. 'yorgunum' dedim kısaca içimden de 'tabi altında araban var tuvalete bile onla gidiyorsundur'(sadeleştirilmiştir) diyorum tam 5 dakika adamın ezici bakışları altında bekledikten sonra geçtim karşıya. evi bok götürmesine rağmen hemen bilgisayarı aldım ve yaşadıklarımı anlatmak istedim. bana ah eden şahsıyet tebrik et kendini artık! ben yaşayamadım ama size mutlu günler...

27 Eylül 2011 Salı

Çantamı Aldım Koluma, Çıktım Dallas Yoluna

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 23:56 0 yorum
          Uzun zamandır çok sinir olduğum ama bugün sinir olduğum şeyler konusunda birinciliğe oynayan bir mevzu var : bavul. Evet bildiğiniz bavul. Yarın memleketimden mi ayrılıyorum memleketime mi gidiyorum bilemedim ama  Ankara'ya dönüyorum. Bugün de doğal olarak eşyalarımı toplamaya başladım. En çok annemin sinir olduğu bir huyum var ki belli konularda kendini gösteren vurdumduymazlığım. Ama sadece belli konularda annem son güne bırakma diye o kadar dil döktü ama boşa. E bide 1 de uyanınca (beni "abla öldün mü?" diye uyandırmaya gelen kardeşimi "sabahın körü" diye azarlayıp gördüğüm kabusa devam etmişim)  iki ayağım bir pabuca pardon 24 numara bebek ayakkabısına girdi.  Bir gayret işlerimi halledip eşyalarımı yerleştirmeye başladım. Yalnız hiç dolapta durdukları gibi durmuyorlar. Bir bavulu üstüne oturup tepine tepine kapattıktan sonra arkamı bir döndüm ki ne göreyim: uzun zamandır aynı yerde durmanın verdiği rahatlıkla adeta "ben burada yohom" diye bağıran bir bavul dolusu eşya daha. O sırada gözümün önünden filim kareleri geçti ama bana ait değil. Dizi ve filmlere ait.
          Geçen bir dizide kız evi terk ediyor. Tüm kılını pırtısını (bence pılını pırtısını lafından daha güzel) topladı. Bavula koydu. Kız bavulu eline bir aldı. Arkadaş halterci gücü var herhalde kızda. Hayır hiç bir zorlanma belirtisi yok. Adeta 'çantamı aldım koluma çıktım Dallas yoluna' edasıyla gidiyor. Onu geçtim ben bir tatile 3 bavulla gidiyorum sen o kıç kadar bavula bütün varını yokunu nasıl sığdırıyorsun? Kız bavulu aldı. Paşalar gibi elinde bavul bir güzel de yürüyüş yaptı. Bende daha gittiğimde kimi çağırsam kime taşıtsam diye uykularımı kaçırıyorum. Yine başka bir filmde kadın elinde bir dikkatinizi çekerim sadece bir bavul bavul diğerinde olduğu gibi taşırken hiç bir güçlük belirtisi olamadan gidiyor dolaba yerleştiriyor. Biraz zaman sonra adam geliyor. O sırada dolabı görüyoruz aman tanrım o da ne? Dolap tıka basa elbise dolu. İşte o an yıkıldığım andır. Ya kardeşim sen nerenden çıkardın o kadar kıyafeti. Söyle biz de bilelim. Bu kadar uğraşmayalım toplamaydı, taşımaydı, yerleştirmeydi...
       Bak yerleştirme dedim de aklıma ne geldi: ütü. Bavulu üstünde bin bir şekle girerek kapattım da o içindeki kıyafetler ne oldu acaba? Keşke koyduğun gibi ütülü çıksa bavuldan. Aynı filmlerdeki gibi. Demin bahsettiğim filmdeki kadına sesleniyorum "Kardeş sen o kıyafetleri o göççücük bavula sığdırdın da ütülü nasıl çıkardın?" Benim gidince ütünün başında ömrüm tükenecek. Neyse bulaşık yıkamaktan iyidir. E onu da ben yapacağım ya neyse artık bilemiyorum yani.
          İşte böyle arkadaşlar bana yol gözüktü. Ne diyor şarkı? "Gidip de dönmemek var dönüp de bulmamak var." Sevgili okuyucularım hepinize sabırla bir yazımı daha bitirdiğiniz için teşekkürlerimi sunuyorum (ne de güzel konuşurmuşum maşallah nazar değmesin tü tü tü) sevgilim Ankara'dan görüşmek üzere. mutlu günler :)

25 Eylül 2011 Pazar

Boş!

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 21:12 0 yorum
               selam millet. sıkıcı bi gün geçiriyorum o yüzden oturdum pcnin başına. yazmak gibi bi düşüncem yoktu  ama baktım yapacak bişe yok iki kelime yazıyım dedim. dolayısıyla konuda yok kafamda eğer çok merakla başladıysanız okumaya zaten tek tük olan okuyucularımı da kaybetmek istemem siz sonraki yazıyı bekleyin. ama yok benimde canım sıkılıyo artı yapacak işimde yok diyorsanız buyrun okumaya.
               okulun açılmasına da çok az kaldı. biliyorum çoğunuzunki açıldı. şuan taş taşıma gözünüze daha mantıklı geliyor. benim 6 yıllık tıp fakültesi hayatım daha başlamadan bende aynı durumdayım hiç merak etmeyin. hiç bi heycan yok içimde. okul başlayacakmış da altı yıl geçermiş de miş miş. benim derdim öğrencilikle değilki ömrümün sonuna kadar öğrenci olabilirim ama en fazla 5 dakka kavga edemeden durduğum kardeşimin de dediği gibi dersler olmasa... ya hiç hazırlığı yaz okulunda geçmiş birinin eline 2 koca cilt anatomi atlası verilir mi? sevgili kuzenim bu sene mezun oldu ve kitaplarını ben tatildeyken verdi bana. o zaman bi mutlu oldum anlatamam. eve geldim ertesi gün açtım atlası. hay elime playsitationda pes oynamaktan kramp girseydi de açmasaydım. ya kitap büyülü müydü neydi anlamadım. sömürdü tüm isteğimi 2 dakika içinde. açtım ve kapadım. o gün bu gündür elime almıyorum. tam onun etkilerini üstümden yeni yeni atmaya başlamıştım ki bugün babacığımın 83 model antika değerindeki gıcır gıcır(!) anatomi kitapları geçti elime ( nerden geçiyo demeyin ankarada onalara para vereceğime daha güzel işlerde kullanabilirim bu parayı) ve içinde ders notları. aman tanrım. o andan itibaren yüzüme küçük emrah bakışı oturdu. ben kaşlarımın o acı dolu ifadeyi verebildiğini bilmiyodum meğer verebiliyomuş.
               3 gün sonra yolcuyum. bugün ev keyfi yapıyım dedim. televizyon kanalları hakkındaki düşüncelerimi önceki yazılarımı okuyanlar bilir. e bende doğalıyla bilgisayara yöneldim. biraz facede takıldım. bi iki sohbet. sonra kotalı internetimizde kaçak olarak doctor who nun dün yayınlanan bölümünü izledim. sonrada üye olduğum bi iki alışveriş sitesi var. onlarda biraz bakınıyım dedim. sinirlerim alt üst oldu ya. bizim ülkemizde kim fakir çok merak ediyorum. 500 liralık ayakkabılar (ki çoğu 1000 liradan düşmüş bu fiyata) kapış kapış gidiyor. manyak mı bunu alan insanlar hakkaten meraklar içindeyim. altı üstü ayakkabı bu. ayağına giycen ama eğer ben o kadar para verip o ayakkabıları alsaydım kafama geçiridim heralde.
                 bu gün bi fasıl da aylık iletişim vergisimidir nedir işte o zımbırtıya sövdüm. aylık 1.1 lira kesilir mi ya bari öğrencilerden indirimli kessinler. hattımın biri -8 lirada. kaç liraya kadar gidecek bende çok merak ediyorum ne olcak şimdi bu vergiyi ödemezsem? vergi kaçakcısımıyım şimdi ben?
               aklıma geldi. geçen gün bi arkadaşımla (kendisine sevgiler veee 'he he korkutamadın beni') sinamaya gittik. korku filmleriyle pek aram yoktur. ama biri gidelim dersede itiraz etmem pek. 'karadedeler olayı' diye bi film... adamlar bi kapak yapmış gören sanır ki filmi izleyen 10 gün uyuyamıyor. arkadaş korkma hevesim kursağımda kaldı. beni geçtim arkadaşım beni korkutamadı onun hevesi daha çok kursağında kaldı. aman siz siz olun bilmediğiniz bi filme çok umut bağlayıp izlemeyin..
              işte böyle bayanlar baylar ve arada kalanlar. biliyorum boş bi yazıydı. ana fikri de yok konusu da. ilk okulda sorarlar dı ya bu parçanın ana fikri ne diye eğer yazı bu olsaydı öğrenciler çok sevinirdi heralde. ama ben sizi b aşta uyarmıştım şimdi hiç boşuna okuduk zamanımızı çaldın diye sızlanmayın. hergün yukardakiler sizden öyle şeyler çalıyoki ben 3 5 dakkanızı almışım lafı mı olur? mutlu günler...

               
             

18 Eylül 2011 Pazar

Hoşgörü Diyarı: HATAY

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 12:36 3 yorum
        Baylar bayanlar merdivenden kayanlar hepinize selamlarrrrr.... Bazılarımızın tatili bitti bazılarımızın ise bitmek üzere. Hepimiz yeni bir okul dönemine veya iş dönemine hazırlanıyoruz. Bende yaz okulu sonrası gidebildiğim ufak tatilimden döndüm ve sizi özlediğime karar verdim. (biliyorum aynı şekilde özlenildim) Tatilimin bir bölümünde Hatay'a gittim. Size bugün hoşgörü diyarından bahsetmek istiyorum.
          Arkadaşlar bu Hatay nasıl bir yerdir ben anlam veremedim. Millet olarak Türkü, Arapı Ermenisi ve Kürtü var din olarak Aleviler, Sunniler, Ortadokslar, Süryaniler ve Yahudiler var. Bunları çarparsak (matematikte kaç çeşit olduğunu hesaplamak için öğrenmiştik) 20 çeşit topluluk yapar. Düşünebiliyor musunuz 20 çeşit topluluk bir şehrin içinde yaşıyor. Hemde sorunsuz kardeşçe. Bir köyden yola çıkıyorsunuz az ilerisi Sunni Türkler biraz ilerisi Süryaniler falan. Bu insanlar aynı okula gidiyor, aynı çarşıdan alışveriş yapıyor, birbirleriyle (küçükken annelerimiz derdi ya) kardeş kardeş oynuyor. Süper bir şey bu. Çoğu şehirde ki, Trabzon'da halay başı oluyor, farklı bir şehirden biri taşınsa bile herkes tuhaf gözle bakar. Tabi ne yazık ki...
          Hatay'da yürürken o kadar farklı dil duydum ki. İnsanlar kültürlerini kaybetmemiş. Ana dillerini hala korumaya çalışıyorlar. Türkçe ise ortak dil, eğitim dili, farklı toplumlar arasında anlaşma dili.
          Bu arada Hatay'da benim telefon ne hikmetse bi Suriye'ye gidip geldi. Telefonum maşallah benden çok geziyor. Yurt dışına çıktınız diye mesaj geldi elçiliklerin numaraları falan komedi gibiydi. Hayır tuhaf olan yanımdaki arkadaşlarımın telefonları gayet Türkiye'ye bağlıydı. İşte telefonumda benim gibi gezmeyi seviyor.
          Onu bunu bilmem ama ben hataya hayran kaldım. Tüm dünya ülkeleri için model teşkil edebilecek bir şehir. Herkese gidip oradaki insanların nasıl ırk, dil, din ayrımı yapmadan yaşadıklarını görmelerini tavsiye ederim. Mutlu günler...

6 Eylül 2011 Salı

Türk Seri Katiller

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 11:46 0 yorum
            Hep görürüz amerikan filmlerindeki seri katilleri. küçükken (itiraf ediyim hala) hep düşünürdüm 'ya bizim  niye böyle filmlerimiz yok'diye. bunun nedenini yıllar sonra lisedeki edebiyat öğretmenim açıklamıştı. 'bizde cinayet işleyecek adam çıkar köy meydanına alnının çatından vurur bide bunla gurur duyar. hapishanede bile el üstünde tutulur' düşününce gerçekten doğru bi noktaya değinmiş sevgili hocam. aynı nedenden dolayı bizim ülkemizde seri cinayetlerde pek popüler değildir. ama bi araştırma yaptım ve şaşırdım. bizimde seri katillerimiz varmış.
                                  
   TORNAVİDALI KATİL
Cumhuriyet tarihinin en çok insan öldüren katili olan Yavuz Yapıcıoğlu, 1994-2002 yılları arasında polis kayıtlarına göre 18, ailesine ve görgü tanıklarına göre 43 kişiyi öldürdü. Sudan bahanelerle işlediği cinayetlerden bir kaçı şöyle; 1994’te İstanbul’da aynı mahallede oturan bir genç kız ‘günaydın’ dedi. Bu yüzden kızla ve genç kızın nişanlısı ve arkadaşlarıyla kavga etti. Kavgada bıçağını çekip 3 kişiyi öldürdü. Pertevniyal Lisesi önünden geçerken bir hademe ile kız öğrencinin tartıştığını görüp olaya karıştı. Önce kızı kovaladı, sonra kendisini engelleyen hademeyi bıçakla öldürdü. Cinayetten sonra kaçtığı Adana’da olmadık sebeplerle 3 kişiyi daha öldürdü. Adana’dan kaçarken bindiği otobüs Ankara’da mola verdi. Simit alacaktı; ancak cebinde parası yoktu. Tanımadığı birinden para istedi, vermeyince adamı izleyip tenha bir köşede şişleyerek öldürdü. Cinayeti gören bir adamı da kovaladı, yakalayıp boğazından keserek hayatına kıydı. Harçlık vermedi diye ağabeyinin dükkanını yaktı. Ayrıca yakın akrabalarından ikisinin daha evini yaktı. Silivri’deki babasını öldürmek için evini bastı, baba Selim pompalı tüfekle ateş ederek Yavuz’un elinden kurtuldu. Buradan Balıkesir Edremit’e anneannesinin yanına kaçtı. 3 gün birlikte kaldığı anneannesi annesiyle ilgili hoşuna gitmeyen bir söz söyleyince kristal kül tablasını başına vura vura öldürdü. Olayı duyan anne 2 gün sonra kalp krizinden öldü.








   ARTVİN CANAVARI
'Yaşlı insanlari öldürüyorsam da bunlar zaten zamanlarını doldurmuşlar. Onlar bizim yerimize fazladan yaşıyorlar. Belki de bizim kısmetimizi yiyorlar. Hem kendimi tatmin ediyordum, hem de onlari öldürerek toplumu rahatlatıyordum.' ‘Artvin Canavarı’ ya da ‘Baltalı Katil’ olarak bilinen Adnan Çolak işlediği 11 cinayeti bu sözlerle açıkladı. 1992-95 yılları arasında Artvin ve ilçelerinde yaşları 68 ile 95 arasında değişen yaşlıları kurban seçen Çolak, öldürdüğü 6 kadına da tecavüz etti. Yakalandıktan sonra Adnan Çolak’ın yargilanması beş yıl sürdü. Zonguldak 1. Agir Ceza Mahkemesi, 25 yaşında cinayet islemeye baslayan Adnan Çolak'ı 6 kez idam, 112 yıl ağır hapis cezasına çarptırdı.



                       
 

BEBEK YÜZLÜ KATİL
Yakışıklı olması ve masum görüntüsü nedeniyle ‘Bebek Yüzlü Katil’ lakabı katılan Ali Kaya, tamamı Alanya’da gerçekleşen cinayetlerine, 1997 yılında amcası Celal Kaya’yı öldürerek başladı. Bu cinayet nedeniyle 5 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Cezası bitince, Adana'da kendi annesine tecavüz eden Zeynel Abidin Gümüş'ü öldürdü. Bu cinayet sonrası akli dengesi bozuk raporu alarak akıl hastanesine kaldırıldı. 1999’da ‘kapalı yerde duramaz’ raporu aldı ve hastaneden çıkarıldı. Bundan sonra Alanya’da 5 kişiyi daha bıçaklayarak öldürdü. Son cinayetinden sonra ‘kişilik bozukluğu’ teşhisiyle tekrar akıl hastanesine yatırıldı. Burada da ‘çivici katil’ olarak bilinen Ayhan Kartal’ı bıçaklayarak öldürdü. Son cinayetinden sonra Şanlıurfa yarı açık cezaevi’ne kaldırıldı. Bir yıl sonra buradan firar eden Kaya, 2004 yılında Alnaya’da yakalandı.

OTOBAN KATİLLERİ
Mehmet Karahasan ve Yiğit Bekçe 20 Ekim 2006’da başladıkları katliamda, 52 saat içinde 7 kişiyi öldürdüler. Katliamın ilk kurbanı, Bursa-Yalova kara yolunun Ovaakça beldesi yakınlarındaki kestane şekeri satış mağazasında tezgahtarlık yapan Hüseyin Çalışkan oldu. Bundan beş saat sonra, İzmit`te bir pişmaniye dükkanına giren zanlılar, burada da Fatih Kılıç`ı öldürdü. İkinci cinayettin üzerinden 7 saat geçmişken Sakarya`nın Hendek ilçesindeki bir akaryakıt istasyonuna giren Mehmet Karahasan ve Yiğit Bekçe, burada iş yeri çalışanı Mehmet Çakır`ı öldürdü. Daha sonra otomobille uzun bir yol boyunca ilerleyen ve katliama devam eden ikili Mersin'in Erdemli ilçesine bağlı Tömük beldesinde büfe işleten Özkan Köse'yi Pozantı - Çamalan mevkisinde Bekir Ciritçi'yi, Gölbaşı'nda Enver Aycık ile Necati Yücel'i öldürdüler. Mehmet Karahasan ve Yiğit Bekçe, ilk cinayetten 52 saat sonra Kızılcahamam'da yakalandı. 6 ilde işlenen cinayetler için açılan farklı davalarda ikisi de birkaç kez müebbet hapisle cezalandırıldı.
               Evet sayın okuyucular görüldüğü gibi bizimde "övüneceğimiz" seri katillerimiz olmuş daha benim burda yayınlamadığım birçok cinayet ve katil var. ben sizin için en ilginçlerini seçtim yazdım. benim gibi bu konuya meraklıysanız açın nternetten okuyun. tatildeyim ben yaaa :)
              


26 Ağustos 2011 Cuma

AŞK

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 15:34 0 yorum
              Sevgili anneciğim sitemi ziyaret etmiş. heycanla sordum "eee ne düşünüyosun?" cevap "yazıların çok basit ve sığ" sanırım anneciğim nobel edebiyat ödülünün bana verileceğini ama benim yoğun ısrarım üzerine orhan pamuk'a verildiğini öğrenmiş. oysa ki saklamaya o kadar da özen göstermiştim                                                       
                evet bugün annemin bu sözlerine üzerine biraz bilimsel bi konuya değinmek istedim. konumuz: aşk. eminim herkesin bu konu üzerinde bi fikri vardır. her ay illa bi gazetede veya bi dergide bu konuyla ilgili bi yazı olur. e bende fikirlerimi söylemek istedim hemen bayat konu deyip geçmeyin. önce bi okuyun sonra bayat deyin.

                çoğumuz okumuşsunuzdur bir yerlerden aşkın bir hastalık olduğunu.Aşkın beyinde muhakeme yeteneğini çalıştıran bölümü etkisiz hale getirdiği beyindeki kimyasallardan serotoninin aşıklarda ve saplantılı kişilik bozukluğu olanlarda aynı seviyede olduğu belirlenmiş. İnsanoğlunun en güçlü ve coşkulu ruh hallerinden olan aşkın nörolojik temellerini araştıran nörologlar bu sevginin yoğunluğunu ölçmüşler ve bakın ne bulmuşlar: Londra Üniversitesi Nörobiyoloji profesörlerinden Semir Zeki fonksiyonel MRI kullarak yaptığı araştırmada 17 kişiye önce sevdiği kişinin ardından da arkadaşlarının fotoğrafları gösterilerek serebral kan akışları izlendi. Araştırmada insana müthiş mutluluk ve haz veren aşkın kişilerdeki “muhakeme yeteneğini yitirdiği” ve “saplantılı kişilik bozukluğuna” neden olduğu ortaya çıkmış.

Araştırma aşkın insanları nasıl saplantılı hale getirdiğini de açık şekilde ortaya koyuyor. İnsanların beynindeki kimyasallardan serotonin seviyesi aşık olanlar da saplantılı (obsesif kompülsif bozukluğu) kişilerinkiyle aynı seviyede bulunuyor.Aşk bir yandan kişiye huzur ve güven verirken diğer yandan ayaklarını yerden kesiyor. Beyindeki 'medial insula' bölümü aşkla aktive oluyor. Agresif davranışlarla ilgili bu bölüm aşık kişilerde çalışıyor ve anlaşmazlıkların üstesinden gelmeye yarıyor. Aşk duygulanım dikkat motivasyon ve hafıza ile ilgili beyin alanlarını aktif hale getiriyor. Bu yapıların aktifleşmesi stresin azalmasına neden oluyor.

                 İşte bu olayın bilimsel boyutu. benim fikirlerime gelecek olursak ben aşkı insanın üreme pskolojisine uydurduğu kılıf olarak düşünüyorum. biyoloji dersi alanlarımız bilir bi varlığın canlı olabilmesi için üremesi ve neslini devam ettirmesi gerekir. virüslerin (canlı olup olmadıkları hala araştırma konusudur) canlı olduğunu savunanların en önemli kanıtı üremeleridir. yani dünyadaki tüm canlı neslini devam ettirmeye uğraşır. insanda buna dahildir. ama insan kendini her zaman dünyadaki tüm canlılardan üstün gördüğü için bi amiple aynı amacı taşıdığını düşünmek istemiyor. işte burda ünlü "aşk" devreye giriyor. bedenimiz kendine yüklenen biyolojik görevleri yerine getrmeye çalışıyor. kendine üremek için en uygun eşi arıyor ve bulduğundada tepki veriyor. biz de işte saf saf buna aşk diyoruz.

                  benim bu konu hakkındaki görüşüm bu bazılarınız hatta çoğunuz bana karşı çıkıyodur eminim ki ama şu zamana kadar çevremde gözlemlediklerim bana bu görüşü kazandırdılar. hepinize mutlu günler dilerim :)

24 Ağustos 2011 Çarşamba

KANALLARIMIZ...

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 12:01 1 yorum
toz şikerli püskevitlerim(hilal cebeci pampişerim diince oluyodu ama) bu show tvye neler oluyor bilen var mı? yaz okulunun son günlerinde okulu kırdım evdeydim vew tvye bkmak için bol zamanım oldu(eğer sınav sonucu açıklandığında geçememiş olursam bu yazı aleyhimde delil olarak kullanılabilir) show tv 24 saatin 12 sinde doktorları 11inde yaz sürprizini veriyor. geri kalan bi saatte haber o kadar. ya bu kanalın yayın yönetmeni vs ne iş yapıyor hayretler içerisindeyim. zaten magazin izleyen birideğilim o bunla şurda şu bunla şurda olayı zaten yeterince saçma hayır bunları kim izliyo o ayrı bi muamma ama zaplarken bile artık aynı şeyi görmekten gına geliyor. ya bi proğram 2 haftadır aynı şeyi söyler mi? ben zaplarken artık showu es geçiyorum nolur şu programı izleyen biri bana ulaşşsın bi sabır taşıyla tanışmış olayım.

ah star vah star bırak artık şu sihirli annemi. o biz küçükkendi izliyoduk ve bitti. ölmüş şeyi ne diye diriltmeye uğraşıyosunuz anlamadım ki. zaten o dizide anasından doğanın sevgilisi oluyo hayır kardeşim olan var olmayan var ne diye gözümüze sokuyosunuz? bu arada aldığı duyumlara göre çakma gossip girl bitmiş. bir üzüldüm bir üzüldüm anlatamam. adil ışıkta küçük sırlarda giyildi diye eşşek yüküyle paraya satılan uydu7ruk kıyafetlerin fiyatı düşer artık.

 şu kanald nin yayın reklamları yok mu bitiriyo beni. ne mantıkla yapıyolar hiç anlamış değilim bi insanın aa reklamı güzelmiş bu sene kanald izliyim mi demesi bekleniyo yoksa reklamın iyisi kötüsü olmaz düşüncesi mi hakim hiç bilemiyorum. aşkı memnu yu artık akçıncı kez yayınlıyorlar ben sayamadım yeter artık ezberlensin diyemi yapıyosunuz?

al işte bi tekrar daha fox. hayat bilgisi bittiiiiii. tamam zamanında güzeldi zevklen(alın size yeni bir kelime) izliyoduk ama bitti. ne diye uzatıyosunuz? bide bu foxun 2 dizisi var fragmanlarına bakıyosun birinin sahanesi birinde ötekininki öbüründe valla akıllı adamlar tek diziyi 2 ye bölüyolar hem zaman dolduruyo hem para kazanıyo.

   cnbc-e bişe rica edebilir miyim? artık yeni sezonlara geç. ya biz niye bütün dizileri 2 sezon geriden takip ediyoruz ki? en önemli örenk hayatımın anlamı Doctor Who! ben 6.sezondayım sen daha 4ü veriyosun olacak iş mi? merlin desen ben bitirdim sen hala nerdesin?

nickelodeon sana tek diceğim şu güzelim çizgifilmler arasına koyduğun şu iğrenç kısa çizgifiljmler yok mu deli oluyorum. helede şu ninja sosise. toplam 3 bölümü var her birini günde 3 kere veriyosunuz. insaf artık ya. ezberlemeyi geçtim artık kabusum oldu.

atv şimdi farkettim senden hiç bahsetmemişim. showun doktorları starın sihirli annemi varsa benimde çocuklar duymasın ım var diyen küçük çocuklar gibisin. bide şimdi yayın akışına baktım senin bir sürü dizin varmış. acaba senin bu dizilerin niye hiç tutmuyo. dizi tuttrma konusunda kanal d den tavsiyeler almalısın onlar bu konuda çok başarılı. gerçek hayatta öğğğ iğrenç dediğimiz olaylar kanald de dizi olunca bakıyorum millet hastası oluyo.

                  Görüldüğü üzere kanallarımızın daha 40 fırın ekmek yemesi gerekiyor. ama brezilya dizilerine bakınca hak ediyo bizimkiler bi alkışı:)

Yaz okulu

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 11:05 1 yorum
Bayanlar, baylar ve türevleri(doctor who dan çalıntıdır) biliyorum beni çok özlediniz yani özlenmicek insanmıyım? bende yazmayı çok özledim bu yüzden saat 10da otobüsten inmemem rağmen saat 10.45 ve ben bilgisayarın başındaydım. ah bu internet ne büyük nimetmiş. uzak kalmayan anlamaz. 7 haftadır sanal alemle olan tek bağlantım ezikçe cepten girdiğim 0.facebook tu. siz düşünün halimi.

                 bu 7 haftalık süre içinde (acı bi itiraf) yaz okulundaydım. ya merak ettim yaz okulu diyince sizin aklınıza ne geliyor? açıkcassı ben yaz ve okul kelimelerini bir araya getirmekte baya bi zorlandım. yani beynim en fazla havuzun içinde ders işlemeyi felan düşünebiliyordu ama malesef. (bi acıların çocuğu melodisi alalım lütfen) hiç havuzum olmadı benim. hiç güneşlenemedim ben (göççük emrah halt etmiş yanımda) 7 hafta boyunca her gün o güzel beytepe yollarını gittim geldim günde 6 saat ingilizce gördüm. ama itiraf ediyim 7 ayda öğrenemediğim şeyi 7 haftada öğrendim. ayıptır söylemesi ama bu ara ingilizce roman okuyorum. ya aslında ben sırf yazım boşa gitmesin die yaz okuluna kalmıştım. tamam tamam sustum.

                tamam yani işkence kısmı bi yana malum zaten ama eğlenceli kısmıda vardı. sevgil iayşe arkadaşım son gün şöyle dedi "aslında o kadarda kötü değildi haata eğlenceliydi bile" bir an durup düşündüm aslında durmadan da düşünebilirdim ya neyse haklıydı. bir kere çok güzel arkadaşlıklar edindim. (hepsine sevgilerimi gönderiyorum) sonra fıskıyeler vardıııı. eeevvvvveeeetttt şimdi bu konuya değinmek istiyorum bu hacettepede çimleri sulamak için koyulan fıskıyeler varya şu dönen cinsten heh işte onları yerleştiren çok saygıdeğer abimimzin pskolojisini ben çok merak ediyorum. ya hangi insan evladı öğrencilerin çıkış saatınde fıskıyeleri yolu sulamak için kullanır? okuldaki en büyük zevklerimizden biri ıslanmadan yürümekti işte (acıdım halimize ne kadar ezikmişiz)

               ilk yazıdan bu kadar gevezelik yeter. umarım siteye bakmayı bırakmamışssınızdır. yani google unutmuş beni çok kırıldım kendisine. bu yaz okulu sürecinde yer yer psikolojimin kırılıp döküüldüğü yer yer yıkıma uğradığı yer yerse kendinden geçtiği dönemler boyunca benim eziyetimi çeken tüm eski ve yeni arkadaşlarıma teşekkürü borç bilirim. seviliyorsunuz... mutlu günlerrrrr:)

24 Haziran 2011 Cuma

SINAV

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 10:59 0 yorum
Geçen sene bu zamanlar geldi aklıma... ilk aklıma gelen sözcükler: umut, heyecan, korku. Son sınava günler pardon gün bile sayılmaz çift haneli saatler kala...  biliyorum çoğunuz sen manyak mısın diceksiniz ama şimdi o zamana dönmeyi çok isterdim. hayata yeni bir başlangıcın sınırındasınız. düşünsenize seneye hangi şehirde olacağınız, ne okuyacağınız, hatta 10 yıl sonra hangi durumda olacağınız... hepsi saatler sonraki sınava bağlı ne kadar heycan verici. bir daha yaşamak isterdim o adrenalini.

             Biliyorum çok zor. özellikle çevreden gelen o aptal beklentiler. bana her "sana güveniyorum sen başaracaksın" diyene "NERDEN BİLİYORSUN?" diyesim gelirdi. e çoğuna da diyodum ama kapıdan çıkarken fısıltı şekline "sınav stresi" lafını duyuyordum. gel de çıldırma.

               Sizin ne bilmiyorum ama beni sınava çalışmaya en çok iten şey kurtulma isteğiydi. Trabzondan nefret ediyordum ve burdan gitmem için de tek yolun çalışmak olduğunu biliyordum. e hırslı bi insan olduğumu inkar edecek değilim. ikisi bir araya gelince kazandım. peki bu bölümü mü istiyordun diye hiç sormayın o tamamıyla ayrı bi vaka.

                  işin özü: sınava girecek herkese başarılar diliyorum. bunu demek için bi sayfa yazı mı yazdım ben? :) çok konuşmanın yararları mı zararları mı desem bilemedim. neyse hava güzel denize gidiyorum ben. hepinize mutlu günler...

      NOT: kimseyi değil sadece kendinizi dinleyin ;)

2 Haziran 2011 Perşembe

İlginç seçim vaadleri

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 15:26 0 yorum
Seçime sayılı günler kala ülkemizdeki eski ve yeni liderlerden bazı seçim vaadleri duyalım. Dediklerini yapsalardı ne olurdu acaba çok merak ediyorum . Bazıları bu kadarına da pes dedirtiyor :)

"Süleyman hep başbakan" Süleyman Demirel

"kim ne veriyorsa, beş lira fazlası"

"ekonomiyi düzlüğe çıkarmak için bana 500 gün verin yeter"

"enflasyonu düşüreceğim"

"Bacınız, ananız" Tansu Çiller

"her mahallede yüz trilyoner olacak..."

"her köylüye traktör verilecek"

"Adil ekonomik düzen(!)" Necmettin Erbakan

"Faiz kalkacak"

"5000 tank üretilecek"

"Taksime cami yapılacak"

"Umudumuz Karaoğlan" Bülent Ecevit

"Bütün köyler kent olacak"

"Onbaşı Mesut" Mesut Yılmaz

"Susurluk'u Yılmaz çözer"

"Püskevitçi" Devlet Bahçeli

"apoyu idam edeceğiz"

"başörtüsü sorununu ürkekler değil erkekler çözer"

"her yıl 700000 işsize istihdam sağlayacağız"

"işsiz kalanlara iş bulana kadar her ay 320 lira asgari ücret ödenecek"

"her yıl büyüme %7 olacak"

"1 lira mazot" Cem Uzan

"mazot 1 tl olacak"

"fındık 8 tl olacak"

"üniverste sınavı kalkacak"

"her işsize 350 tl maaş..."

"üniversite sayısı 4 katına çıkarılacak"

"Mitinglerimiz müzik eşliğinde döner ayranlıdır..."

"Herkese iş aş o zaman" Haydar Baş

"Hayır bizde mazot 80 kuruş olacak"

"her ev hanımına aylık 500 tl maaş..."

"Doğum yapan her anneye 15bin tl doğum ikramiyesi"

"her çocuk başına 250 tl maaş"

"asgari ücret 2000 tl olacak"

"Benim adım Kemal" Kemal Kılıçdaroğlu

" 1 milyon işsize iş verilecek"

"Yoksulluk tarihe gömülecek"

"Padişah" "one munite" recep tayyip erdoğan

"İşsizlikle mücadele edilecek"

"IMF ile anlaşmaya son verilecek"

"30 yaş üstüne sınavsız üniversite"

"25 merkeze hızlı tren yapılacak"

"81 vilayete uçak seferleri yapılacak"

"dokunulmazlıklar kalkacak"(bir önceki seçim vaadiydi. seçimden sonra ne hikmetse lafı edilmiyor)

"enflasyon tek haneye indirilecek" (direnir, inmezse one munite, one munite denilecek! yine inmezse savcı öz e teslim edilecek)

"Bir Garip Tıp Öğrencisi" Hazan Çıtlak

"Her okulun kantinine havuz yaptıracağım"

"e okul uygulamasını kaldırıp sahte karne uygulamasını yaygınlaştıracağım bu sayede bütün öğrencilerin psikolojik sorunları kökünden halledilecek"

"hamileliği 9 aydan 3 aya indireceğim"

"bütün kaynanalara kaynana semra dan özel ders verilecek"

"damlaya damlaya göl değil okyanus olacak"

"3 doğru bir yanlışı götürecek"

"gavur izmir ıslah edilecek"

"bütün çocukalara günlük en az 5 saat bilgisayar oynama hakkı verilecek. engel olan ebeveynler en şiddetli biçimde cezalandırılacak"

" mozot bedava olacak hatta üstüne para verilecek"

"parayı vermeyen de düdüğü çalabilecek"

"apaçilere kız meslek liselerinin önlerinde özel yerler tahsis edilecek"

"diyetsiz kilo verilebilinecek"

"sevgilisi tarafından terkedilenlere özel müslüm gürses konseri verilecek"

"tuttuğunuz altın olacak"

             E napabilirim o kadar bol keseden atmışlar ki tutamadım kendimi. artık kimi seçeceğinize karar vermişsinizdir :)

31 Mayıs 2011 Salı

Org. Bilgin Balanlı tutuklandı

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 10:13 2 yorum
Arkadaşlar bildiğiniz üzere "BALYOZ" adı verilen "AKP'ye karşı tehtid oluşturan herkesin tutuklanması" davasında en sonunda Org.Bilgin Balanlı'da tutuklandı. Bu şimdiye kadarki en yüksek rütbede askerin tutuklanması olayı.

                  Zamanında "Ben Muhammed müslüman ümmetindenim. Türkiye dinsiz, laik bir memleket haline gelmiştir. Hayatımı mustafa kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye'yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan, şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma, dinim, allahım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim." diyen çok sayın başbakanımız bu görüşü uğrunda karşısına çıkabilecek tüm engelleri öyle güzel ortadan kaldırıyorki. Asker tutuklamaları o kadar fazla gündemdeki artık olay hepimiz tarafından kanıksandı. bir asker mi tutuklanmış doğrudur olabilir deyip geçiyoruz artık. işte bu da ne kadar vahim durumda olduğumuzun göstergesi.

                    Bu tutuklama yabancı basında da geniş yankı buldu. Bir çok haber var ama benim özellikle Retuers deki haber dikkatimi çekti:“Balanlı Başbakan Erdoğan hükümetini yıkmak amacıyla darbe planı yapıldığı iddiasıyla tutuklanan en yüksek rütbeli asker oldu. Dava, Türkiye’nin laik ordusu ile kökleri yasaklı İslami harekete dayanan iktidar arasındaki bağları iyice gerdi.” tanımlamaya dikkat Türkiyenin laik ordusu ve kökleri yasaklı islam harekete dayanan iktidar... artık bu gizlenen bi olay bile değil.

                Önümüz 12 haziran seçimleri. anketlere baktıysanız seçim sonuçları belli. benim merak ettiğim başbakanın bahsettiği "Türkiye'yi bir din ve şeriat ülkesi" haline getirmesine ne kadar zaman kaldığı. bu süreç içinde o kadar çok şeyi görmezden gelmeye alıştık ki sanırım bir sabah uyandığımızda başbakanın bu dediğini yaptığını görünce çoğumuz şaşırmayacağız.

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Beşikdüzü...

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 13:42 0 yorum
  Kürkçü dükkanına dönünce bende bide burdan bahsediyim dedim. birbirimizi her ne kadar sevmesekte memleketim pardon yarı memleketim sonuçta. yapacak bişey yok..

                Beşikdüzü... türkiyenin bodrumu varsa trabzonun beşikdüzü var. hakkını yemeyelim yani. böyle dağın yamacına kurulmuş trabzonun en düz ilçesidir. yeşille mavinin kaynaştığı yer. plajları kumsalları vardır ama denize girecek hava olmaz o başka. düz olduğundan dolayı bisiklet kullanımı yaygındır (havamı da atıyım trabzonun başka hangi ilçesinde var?)

                gelelim modernlik konusuna. Şimdi trabzonu bilenler zaten beni anlayacaklardır. trabzonun doğusuyla batısı arasında koca bi dünya vardır. övünmek gibi olmasın beşikdüzü trabzonun en rahat ilçesidir. mesala doğusunda of da saat 8den sonra dışarı çıkamak mı* yorum bile yok. ama beşikdüzünde hele sıcak yaz akşamları yağmur da yağmıyorsa parklar dolar taşar. kimse kimseye karışmaz. bu da ne giymiş böyle demez.

             BEŞİKDÜZÜSPOR! Gururumuz. mavi beyazlar... 3. lige çıktı bu sene takımımız. hayal değil bi kaç sene sene sonra trabzonsporla maçlarını izleyeceksiniz.

             işte benim yeşil mavi memleketim. belki biraz fazla yağmurludur ama yinede bir günlüğüne de olsa gelip görmenizi tavsiye ederim.

15 Mayıs 2011 Pazar

hacettepe bahar şenlikleri 2011

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 13:42 0 yorum
Uzun süredir beklediğim şenlikler geldi ve ne yazık ki geçti... 4 gün o kadar kısa geldi ki tadını bile alamadım doğrusu. ama yine de muhteşemdi. gerçi ankaranın havası bize düşman gibiydi ama eğlence ruhumuzda vardı. ne yağmur ne çamur ne soğuk dinledik. 4 günde katıldım festivallere. katılanlar eminimim benin anlıyolardır ama bu sene 'aman bi festival ıslanmaya değmaz üşüdüğüme değmez dersim var sınavım  var' diyen sayın arkadaşlar kendinizi kın kın kınayın çoooook büyük bir eğlenceyi kaçırdınız. önümüzdeki maçlara bakın artık

       ilk gün  yalın vardı. pop müzikten nefret ederim biraz gönülsüzce gittim. saat 10 gibi bi baktım yağmurun altında deli gibi yalına eşlik ediyorum. buna konser etkisi deniyor sanırım. yani bugün şu varmış hiç sevmem mantığı konserlerde emin olun işlemiyo. direkt sürü pskolojisine bağlıyosunuz. ama yalına bi önerim var iki de bir "sevgilisi olanlar sevgililerine sarılsın" demesin kardeşim olan var olmayan var ne bu böyle rencide eder gibi aaaa!  yalından önce bi dj çktı. önce arkadaşımla dalga geçiyoduk bu ne ya çok aramışlardı bu insanlar ne dye oynyo fln diye. haha tabi ki bi süre sonra kalabalığa karışınca nasıl dans ettiğimizi anlamadık bile. hatta sponsor eti di ilk gün adam ikide bir "bir bilmecem var arkadaşlar" diyip durdu. bizde "öff" demedik tabiki "haydi sor sor" dedik

       ikinci gün mor ve ötesi vardı. kamuoyu yoklamasına bakılırsa fiyasko olan buymuş. ben yine çok eğlendim ama eğlence konusunda kndimi kriter almıyorum bn uçlardayım birazcık. elektrik felan kesildi. adamlarda pek bi isteksizdi. bn onlardan daha çok söledim şarkıları. bazı rivayetlere göre sahneye içip çıkmışlar. e tabi ne derece doğru bilemiyeceğim 

        üçüncü gün... hahaha hala gülüyorum halimize. saat 12de dersimiz bitti saat 6.00 ya kadar bekledik. nasıl yağmur yağıyo anlatamam. konser iptal dendi. atladık egoya dönüyoruz. tanrımmmm! bir trafik varr. 1.30 saatte  geldim yurda. ankarayı sel götürüyodu. arabalar kayık gibi olmuştu. neyse yurdda girdim veeee tlefonum çaldı. hoooooppp knser iptal diil. akıllı insan bu durumda ne yapar? "aa öyle mi neyse yapacak bişey yok bu saayten sonra bu soğukta o kadar yol çekilip beytepe ye gidilmez" der ama hiç bir zaman akıllı olduğumu iddia etmedimm. 8.30 da konserdeydik. athena yaaaa. dicek laf yok en önlere yerleştik. of of of yani bu adamlar hem eğlenmeyi hem eğlendirmeyi biliyo. hele baterist. adam bıraktı çalmayı kalktı deli gibi oynadı yaaa.bütün o ıslanmaya üşümeye yorgunluğa kesinlikle değdi.

          dördüncü ve ne yazıkki son gün. yine bir yağmur muhabbeti ama busefer dünden dersimizi aldğmz için tayfunda çıksa hortum da olsa kalcaz konsere şebnem ferah geliyo yanii.. gecikmeli bir tnk konseri... (tnk nin kıvırcık saçlaı gitaristine dikkat ettiniz mi bundan sonra edin. konserde giydiği pantolonun aynısı bnde var) 3 4 şarkı ve karşınızda şebo... küçükken sahip olduğum kırmızı rugan ayakkabılar, onlarda senin gibi ço tatlıydılar ama canımı yakardılar acıtırdılar... ile başladık. en öndeydik yine. bağırmaktan çığlık atmaktan boğazlarım mahfoldu. ya şebo salladı beytepeyii. e şebne gitti. ama eğlence bitmedi. bi darbuka bi darbukacı ve oynamaya dünden heves insanlar. ne çalarsa söyle oyna. zavallı atk güvenlik. dağılın diyolar  2 dk geçmiyo yine bi topluluk oynuyo hahaha iyi eziyetti onlara. oh canıma değsin. en sonunda darbukacıyı kaçırdılar..

            ya şimdi konserlerin bide bedava olan boyutu var. şöyleki sponsorlar eti cornetto nescafe albella bizi baya bi doyurdular. hele kahvee. artık midem bulanıyodu:) evet arkadaşlar böyle bi festival geçirrdim. umarım gicdenler en az benim kadar eğlenmiştir(e zor bi olay) gitmeyenlerde artık seneye kaçıramz. mutlu günler...

8 Mayıs 2011 Pazar

ZEUGMA Antique City

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 14:58 3 yorum

ZEUGMA       


          Ancient Zeugma City is located in Belkis Village 10 km east from Nizip / Gaziantep, by the River Euphrates. Zeugma ancient city which was established on a land of about 20 million kilometres. İt is very strategic region in terms of military and commerce, it protects its importance in each period of history.

HISTORY OF ZEUGMA


          Zeugma, which was one of the biggest cities of its period, through its population of 80 thousand people, was called with various names in various periods of history. Seleukekia Nikador, one of the Generals of the Alexander the Great, and who also became King of Syria later on, by combining his name with Euphrates river and established a city named as Selevkeya Euphrates in 300 B. C here. Then it was conquered by Roman Empire in 100 B.C. and its name was amended as Zeugma, meaning passage or bridge.

         The city is an important trade center of Hellenistic Era. After the region started to be ruled by Rome, importance of the city increased. Artistic activities increased and a cultural development is achieved in Zeugma. Zeugma’s huge wealth was reflected in the homes of its inhabitants. Rich merchants and Roman noblemen and officers vied with one another to adorn their houses with the world’s loveliest mosaics, ceramics, statues, and frescos.

         Zeugma has been described in international literature as the ‘second Pompei’. The people of Zeugma enjoyed a magnificent lifestyle in their city on the Euphrates until the Sassanid invasion in 252 AD and the city was burnt and razed. This was followed shortly after by a violent earthquake, and the city was buried under rubble, and fell into a sleep from which it was not to wake for nearly two thousand years. After the Turks took the region, the city became known as the Belkýs Ruins.


EXCAVATİONS IN ZEUGMA


       The first scientific study which proved that Zeugma is the same place as modern Belkis and it was published in 1917.  In 1987 Gaziantep Museum excavated two tomb chambers which had been discovered by antiquity smugglers. The excavation studies in the Ancient City was started in 1992 under the management of Gaziantep Museum Directorate of the Ministry of Culture. French archeology team joined the studies in 1996. In 1999 excavations were continued and was speeded up by the financial support of Gaziantep Governorship. The antique consequences which founded in the city was carried to Gaziantep museum. İn the late of 2000, a part of the antique city flooded with the construction of the Birecik dam. The excavation in Zeugma, taking in place in the region that will go under the waters of Birecik Dam has been completed on 4 October 2000. İn other parts excavations have been still going on and judgments are planning to make an open air museum.

STORİES OF SOME MOSAİCS


 


1.GYPSY GİRL




        This mosaic was found in 1992. İt was named ‘Gypsy’ because girl in the mosaic has resemblance with a gypsy.  Gypsy Girl been the symbol of Zeugma because of the mysterious look she had in her eyes. This mosaic has a speciality that she looks as if she always follow you. You feel that she always watching you everywhere. İt is believe that this mosaic is magical by some people.

 


 


 


2. ANTIOPE AND SATYROS MOSAIC


 


             Antiope is a very beatuful woman Zeus the God of Gods fell in love with Antrope after seeing her beautiy. And he approaches Antiope in shape of a Satyros. Zeus who steals Antiope’s heart and he has two children from her. But when Zeus leaves her,  Antiopes who was very much afraid of her father leaves home and marries Siklon the king of Epopeus.

 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


3.PARTHENOPE MOSAIC


 


             Parthenope was a young girl from Phrygia. She fell in love with Metiokhos but she just couldn’t bring herself to take an action against her oath. Parthenope punished herself and cut her hair and volunterily went to Compania as an exile. She there devoted herself to Dyonysos and Aphrodit who got very angry with her turned Parthenope in to a demen called Siren with a birds body and woman’s head.

 


 


 


 


 

 

Bir Garip Doktor Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea