26 Aralık 2013 Perşembe

Yeni Yıl... Yeni Yıl... En Güzel Yıl...

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 19:31 1 yorum
           Bir varmış bir yokmuş... Evvel zaman içinde kalbur saman içinde pireler berber iken develer tellal iken ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken uzak uzak diyarlarda değil Ankara'nın göbeğinde bir modern Rapunzel varmış. Bu modern Rapunzelimiz HÜTF adlı bir cadı tarafından bir apartman dairesine hapsedilmiş. Her gün işkence olarak ders çalışması gerekiyormuş ve cadı HÜTF her ay sınav yapıyormuş prensesi.  Üstelik her hikayeden farklı olarak onu kurtaracak bir beyaz ferrarili prens de yokmuş piyasada. (Ferrarisi olan prens değilmiş, prens olanın ferrarisi yokmuş.) Bir gün bu güzeller güzeli kızıl Rapunzelimiz günlük işkencesini yerine getirirken sınavına da üç gün kalmışken patlama sesleriyle yerinden sıçramış. "Aman Allah'ım bomba mı patladı, savaş mı çıktı" diye düşünerek camdan dışarı bakmış. Gördükleriyse kalbini daha da parça parça etmiş. Ses havai fişeklerden geliyormuş. Yılbaşıymış... Dışarıda insanlar eğlenirken, yeni yıla sevdikleriyle girerken bu biçare hapishanesinde, yapayalnız, kendinden geçmişcesine Nöroloji komitesine çalışıyormuş. O an dolu dolu gözleriyle bir dilek tutmuş. "Bu yıl farklı olsun" demiş. Ve evet dileği kabul olmuş.
          Bu kızıl Rapunzel tanıdık geldi mi?
         Yeni bir yıla giriş yapmadan, son yılın son yazısında beraberiz. Sizin için nasıl bir yıldı bilmiyorum ama benim unutamayacağım, asla dediğim her şeyi yaptığım, büyük konuşmamayı öğrendiğim, dibine kadar batıp, başına kadar çıktığım, mutluluğun doruklarında gezdiğim,ağlamaktan yorgun düştüğüm, harika arkadaşlar edindiğim, dünyanın en güzel hediyesini aldığım, saçmaladığım, uçtuğum kaçtığım, kendimi kaybettiğim, sonra geri bulduğum, sinirden kudurduğum, duvarları tekmelediğim sonra kedi gibi olduğum, bağırıp çağırıp sonra "affet" diye sızlandığım belki de en önemlisi sevdiğim, sevildiğimi bildiğim bol aksiyonlu bir yıldı. Yani yeni yıla nasıl girersen öyle gider tezi tarafımca kısmen çürütülmüştür. Kısmen diyorum çünkü ders çalışmaya hala devam. O benim ömrüm boyunca çekmek zorunda olduğum bir ceza sanırım.
           Tam bitti artık bu yıl daha da bir şey olmaz derken kıtalar ötesi gelen bir beddua bana 2013 ün sürprizlerinin son ana kadar devam edeceğini gösterdi. Hayatımda hiç bir bedduaya bu kadar içten amin dememiştim sanırım. Ayakkabı kutularından çıkan milyar dolarlar, hapise giren gemicik sahipleri, halk olarak afedersiniz donumuza kadar soyulduğumuzun böyle açığa çıkması beni zevkten dört köşe etti. İnsan çalınan paralar için sevinir mi demeyin. Eğer Türkiye'de yaşıyorsanız ve ülkenizi azıcık seviyorsanız sevinir. Çünkü zaten siz bu hırsızlığın farkındasınızdır. Bu yüzden tencere tava çalıp, biber gazıyla beslenmişsinizdir. Birilerine bir şeyleri anlatabilmek için boğazınız patlayana kadar bağırmışsınızdır. Hatta bunun için canınızdan olmuşsunuzdur. Sonuçta sizin başaramadığınızı bir beddua başarmıştır. Bunun üzerine ağlanacak halinize böyle gülersiniz işte. Belki bu sefer bir şeyler değişir diye umutlanırsınız. Umut fakirin ekmeği işte.
           Ve sıra yeni yıl dilekleri bölümünde. Huylu huyundan vazgeçer mi? Ben dileğimi abartıyorum. 2013'ten daha da aksiyonlu, bol adrenalinli, çok kahkahalı, şükretmeyi öğretecek kadar üzüntülü, ayakkabı kutusundan paraların çıkmadığı, pırlanta kulaklıkların, altın emziklerin olmadığı, insanların insan olduğu hiç unutamayacağınız bir yıl diliyorum. Bir de bol cesaret tabi... Keşkelerinizden ve acabalarınızdan kurtulun. Hayat ertelemek için de yarını düşünmek için de çok kısa. Bugünü yaşayın ama gerçekten yaşayın. Sadece cesaret. Hayalleriniz tahmin ettiğiniz kadar uzak değil. Her şey daha güzel olacak... Mutlu yıllar:)
NOT: Bu yılımı bu derece güzel kılan tüm insanlar... Hepinize sonsuz teşekkürler. İyiliklerinizle, kötülüklerinizle, iyi ki varsınız. Bazılarınız az bazılarınız çok olsa da seviliyorsunuz. Hepiniz...

12 Aralık 2013 Perşembe

Biri Beni Kurtarsın!!!

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 17:52 2 yorum
       Yok bu hayat olmadı başa sarsak? Size bunları donmuş bir burun, üşümekten acıyan ayaklarım ve hissetmediğim parmaklarımla yazıyorum. Kuzey kutbundan gelmedim. Okuldan döndüm sadece. Ayı postu da giysen Ankara'nın ayazında donmaktan kurtulamazsın ayrıca. Ben vazgeçtim artık. Sabah aydınlanırken çıktığım sıcak yuvama hava karardıktan sonra dönüyorum. Daha doğrusu artık dönebileceğimden emin değilim. Ya donarak öleceğim, ya da dalgınlıktan her gün kıl payı atlattığım arabalardan birinin altında kalacağım. Kendim öleceğim bir şey değil insanları da katil edeceğim. Bugün en son betona battım ya. Kafam ne derece uçmuşsa artık gittim betonun içine daldım. Hayır tuhaf olan betona batmam değil fark etmeyip yürümeye devam etmem. Keşke donup kalsaydım da tıp öğrencisinin ibretlik hali diye efsane olsaydım.
         Şimdiye kadar tıp seçeyim mi diye bana soran insanlara hep hem iyi hem kötü yönlerini anlattım. Zor ama yapılır dedim. İyidir dedim. Bugün son kararımı açıklıyorum: Tıp öldürmez, süründürür. Git kendini boğaz köprüsünden at anınla şanınla öl git kardeşim. Ya da tıp seç, bugüne kadar aldığın tüm beddualar bir anda gerçek olsun. Hem de sen kazandığın için göbek atarken.
        Tamam çok iyi bir insan değilim. Kin tutarım, intikamım için emin adımlarla ilerlerim ama yok bu kadarını hak etmiyorum. Yaşıtlarım bu sene mezun olurken ben sabahın köründe uyanıp -10 derecede okula gidip 7-8 saat ders dinleyip, akşam eve gelip onları çalışıp bir de "anlatmadığım yerden de sorarım haaa!" diye tehditler savuran sayın hocalarımın ağızlarından çıkan her kelimeyi ezberlemek zorundayım. Ben de insanım benim de canım var demiyorum artık. Çıksın benim canım. Tıp yazarken hiç düşünmeyen kafam kırılsın. Ayrıca beni tıp yazmaya teşvik eden sayın genel cerrahi uzmanı babacığım da beni hiç sevmiyormuş. Yani bir insan çocuğunu böyle bir işkencenin içine sürükler mi?
        Hadi bir şekilde düşe kalka bitse okul. Keşke her şey bu kadar olsa. Bu aralar herkesi bir dershane telaşı almış. Şimdiye kadar ücretsiz gittiğimiz bütün dershaneler öc alıyor sanki. 8,5 bin liranın altına imza attım ben. Bitmek bilmeyen dersler, sınavlar, ölümcül komiteler, 36 saatlik nöbetler, Tus, yds... Ne için? İnsanları mı kurtaracağım? Peki beni kim kurtaracak? Genç yaşımda bittim ben! Ben ölmeyeyim kimler ölsün a dostlar! (ne iğrenç şarkısın sen ya)
          Şimdi diyorsunuz ki "Ne atarlandın! Madem öyle bırak.." Artık mahalle baskısını da aile beklentisini de geçtim. Hayatımın baharında yaktığım üç, hazırlıkla beraber dört yılıma yanarım. Bari gittiler bir işe yarasın. Ama siz gençler henüz kendini yakmamış olanlar ya da tıp içinde bir ukte olarak kalmış olanlar. Ben çektim siz çekmeyin. Yaşarken ölmeyin. Ve beni sevmeyen, tıp kazanınca fesatlığından kuduran tüm insanlar... Aslında ben değil siz kazanmışsınız, sevinin izin verdim.
         Ne diyordum? Bu hayat olmadı. Ben başka istiyorum. 2 gün sonra doğum günüm.  6 gün sonra bir endokrin komitem olduğu için ne doğum günü kutlayabileceğim ne de parti verebileceğim. Ben isyan etmeyeyim de kimler etsin yahu! Neyse konuya dönersek bu sene tek bir dileğim var: Biri beni kurtarsıııııınnnnnnnnnn! Yada sayın ilahi güçler biz bu hayatı bitirip baştan başlatalım olmaz mı? Çok bir şey istemiyorum insan gibi yaşasam yeter. Benim ayın 20sindeki komiteme kadar sahip olamayacağım mutlu günler sizlerin olsun. Ben gidip çalışma masamda ağlarken çalışayım bari.
       
 

Bir Garip Doktor Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea