21 Mart 2018 Çarşamba

Çok Mutlu Çiftler

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 14:57 1 yorum
        Ne çiftler gördüm, içinde aşk yoktu; ne aşklar gördüm, ortada çift yoktu... Arkadaşlarım yeter yeter... Mutsuzluktan öldüğünüz ilişkilerinizle beni eziklemekten vazgeçin. “Ayy canım hala mı birisi yok? Üzülme!” Ayy canım, belki de sen şehirde el atmadık adam bırakmamışsındır. Ben o yüzden hala bekarımdır. Seninle alakası olmayan adamı bekliyorumdur mümkünmüş gibi. Ya da daha güzeli belki instagramda boy boy “aşk” içerikli fotoğraflar atıp aslında “aşkınızla” yan yana olduğunuz üç dakikada beş farklı meseleden kavga edip, hayatı birbirinize zindan haline getirdiğiniz ilişkileriniz midemi bulandırıyordur. Olamaz mı? Hayır “sevgilim” dediği adama bakıyorum. Iq düzeyi on on. Zaten on bir olsa durumu çakacak. Kız bulmuş kendini kakalayacak adam. “Dur şu pisliklerimi öğrenmeden evleneyim” hesabında ancak bu durumda bile gösteriş yapmaktan geri kalmıyor. Sevgilisiyle birlikte (birlikte önemli) katıldığı bir açılıştan çelenk alıp, kapının önünde sevgilisi ona çelenkle gelmiş gibi instagrama #aşk #bitanem yazan insan, gerçekten onu kıskanabileceğimi düşünüyor. On günde on beş farklı adamla konuşan kız gelmiş karşıma “seni kimse beğenmiyor mu?” diyor. Çünkü o bir eşya. Onu birileri beğenir. O da en yüksek miktarı verene (para, sevgi, gösteriş, mevki) gider. Şimdi ben bu düşünce tarzına nasıl anlatayım yalnız olmanın kötü bir şey olmadığını, insanın mutlu olması için illa birine ihtiyacı olmadığını? O hala beni ezikleme derdinde.
         Bir de bunu o kadar yıl üniversite okumuş, bir iş sahibi, bir mevki sahibi olmuş insanlar yapıyor ya iyice çıldırıyorum. Demek gerçekten “okumak cahilliği alır, eşeklik baki kalır” sözü doğruymuş. Kız beni arayıp üç saat telefonda “sevgilim bana küfretti, sevgilim bana onu dedi, bunu yaptı, bana tokat attı” diye ağlıyor. İki gün sonra bakıyorum instagramda yine boy boy fotoğraflar. Yahu güzel yavrum sana iki gün önce bunları yapan, üç gün sonra yapmayacak mı? Ama sen de haklısın. “Aman yenisi sanki farklı mı olacak?” Çünkü kimsenin olmaması senin için bir seçenek olamaz. İlla yanında seni koruyacak, kavanoz kapağını açacak, gerektiği zaman saçma sapan kıskançlıklarla seni kısıtlayacak birisi olması lazım. Sen asla yalnız bir birey olamazsın. Sonra arkadaşlarına neyle hava atacaksın değil mi? Aslında arkadaş kelimesi burada yanlış oldu. Gerçek arkadaşı olan insanlar yalnız kalmamak için veya gösteriş yapmak için bir sevgiliye ihtiyaç duymazlar. Ama bu bahsettiğimiz kızımızın “arkadaşlık” olayı da malesef sosyal medyada #best #friend #forever seviyesinden öteye gidemiyor.
         Kız gelmiş 25 yaşına. 1yılık sevgilisi var. Tripleri görsen sanki 24 boyunca yaşayan o değildi. Sevgilisi olduğu gün dünyaya geldi. “Her şeyim, hayatımın anlamı, onsuz yaşayamam...” Yalnız sevgili arkadaşım sen iki sene önce de başka bir adam için aynı şeyleri söylüyordun. Hani şu ayrıldığınız gün ortamlara akıp kendine yeni avlar bulmaya çalıştığın adamdan bahsediyorum. Hatırlamadın değil mi? O kadar çok yaşadın ki bunu. Şimdi “hangisiydi ya?” diyorsun işte.
         Sanıyorum ki kendi başıma mutlu olmayı becerebilen bir insan olduğum için ilişkilerinizde “çok mutlu” olduğunuza beni ikna ederseniz, kendinizi de ikna edebileceğinizi düşünüyorsunuz. Ya da “iyi veya kötü benim en azından var, onun hiç yok” diyerek kendinizi avutuyorsunuz. Nedeni nedir bilmiyorum ama harika ilişkilerinize en ufak hayranlık duymuyorum. Ben böyle iyiyim. Siz de seçiminizle iyi olun. Çok mümkün olmasa da..
Not: Yazılarıma “adsız” adıyla yorum yapan kişi, yorumlarını hoşuma gitmediği için silmiyorum. Aksine yazılarımdan hoşlanmadığını her yorumunda çeşitli şekillerde dile getirsen de her yazımı okuyor olman beni çok mutlu ediyor. Demek ki sevmeyene bile okutabiliyorum. Neden sildiğime gelirsek, klavye delikanlılığından hoşlanmıyorum. Adını yazmaya bile cesareti olmayan bir insana verebilecek bir cevabım yok malesef. Ama sen yine de okumaya devam et😌

5 Mart 2018 Pazartesi

Ucuz Komedi Filmi

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 10:58 1 yorum
         Artık bu kadar kötü şans bana fazla. Kendimi ucuz bir komedinin içinde gibi hissediyorum. 6 aydır pişmiş tavuk gibiyim ve “bunda da vardır  hayır” veya “olmuşla ölmüşe çare yok” gibi klişe laflar artık beni teselli etmiyor.
          27 Haziran 2017... Hayatımın en mutlu günüydü. 7 yıllık üniversite hayatımı harika bir baloyla birirdim. Keşke sahne tam da o anda donup kalsaydı. Ama malesef devamı geldi...
          Dünyanın en güvenilmez, kaypak insanıyla tanışıp günler içinde sırtımı yasladım. Bu hatamın bedeli ağır oldu. “Müstehak bana” dedim. Belki ders alıp insanları kısa sürede tanımaktan veya tanıdığımı zannetmekten vazgeçerim. Bunu dememin üstünden çok geçmedi ki hayat bana hareket çeker gibi bi hamlede bulundu. Çok uzun süredir tanıdığım, evimde yıllarca yaşayan, cebimde yüz liram varsa ellisini çıkartıp gönül rahatlığıyla verdiğim insanın ne kadar lanet, iğrenç bir insan olduğunu çok zor bir anımda öğrendim. Kapısına gidip yardım istedim ama onun “sevgilisi” vardı. “Kendini kakalamak için bulduğu adam” da diyebiliriz tabi. O da ayrı mesele. Ona da eyvallah deyip hayatıma kaldığım yerden devam ettim. Yine çok geçmedi gelip karşıma “hayatta ailemden sonra sen gelirsin” diyen insanın ve biraz önce bahsettiğim “sevgilili” kızın arkamdan çevirdikleri iğrenç işleri ve gözümün içine baka baka aylarca beni nasıl kandırdıklarını bir tesadüf eseri öğrendim. “Ne güzel öğrenip hayatından pislikleri temizlemişsin” tarzı çok söz duydum. Ama bana kalırsa keşke hiç öğrenmeseydim. Önemli olan onlar değildi çünkü. Onlarla birlikle insanlara olan güvenimi, hayata daima baktığım pembe gözlüklerimi de kaybettim. Hayatımda ilk kez gerçek anlamda “kötü insanların” varlığını kabul etmek zorunda kaldım. Günlerce kendime “aynaya nasıl bakıyorlar?” diye sordum. Sırf kötü olmak için insanların canını gözünü kırpmadan yakan insanlar... Kabullenmek günlerimi, aylarımı aldı. Bir şekilde bunu da sindirdim ama ben eski ben değildim.
           Kendimi ders çalışmaya verdim. Biran önce uzmanlık sınavını kazanıp bu kalbi kararmış insanlarla birlikte birçok anı biriktirdiğim şehirden gitmek istiyordum. Aylarca çalıştım. Uykumdan taviz verdim. Hayatımda kalan üç beş insanın davetlerini geri çevirdim. 25şubattaki sınavla birlikte şansım dönecekti. Karşıma iyi kalpli insanlar çıkacaktı. Ben yeniden mutlu yaşantıma dönecektim. Hayaller...
            25yıl 2ay 11günde kaç tane 1 dakika vardır? Ben hesapladım. 13.255.200 dakika... Yaşadığım milyonlarca dakikanın içinde sadece bir dakika. O bir dakika benim 6ayıma mal oldu. Sınava gireceğim okula doğru koşarken görevlinin gözümün önünde kapıyı kilitlemesi, o kapıyı tekmeleyip, yumruklayıp, avazım çıktığı kadar bağırmam... Hepsi bir dakikanın içinde oldu. Dedim ya basit bir komedi filmi gibi... Bir türlü uyanamadığım bir kabus da olabilir. Kolumu sıktım uyanmak için. Çok çalışmıştım, çok emek vermiştim. Sabah girdiğim bölüm çok iyi geçmişti. Böyle kabullenemezdim. Görevli polis çağırmakla tehdit edene kadar kapıyı tekmeleyip küfürler savurdum. On dakika sonra kuyruğumu kıstırıp eve döndüm. Kabullenemiyordum. Hala da kabullenemiyorum. O gün yağmur yağmasaydı, kırmızı ışık yanmasaydı, su alırken adam önüme geçmeseydi, sınav saatini yanlış görmeseydim... Yüz tane daha bahane yazabilirim. Oldu ama. Bir 6 ayım daha vardı artık. Ders çalışmak zorunda olduğum, işe başlayamadığım, insanlara “hayır” demek zorunda olduğum kısacası zaman aksa da hayatımı dondurduğum 6 koca ay. Kendimi geçtim, insanlara laf anlatıyorum bir haftadır. “Nasıl geç kaldın?” sorusunun ardından içimden savurduğum küfürleri duysalar belki “yaa çok üzüldüm, hayırlısı” demekten vazgeçerler. Yine de makyajımı yaptım, güzelce giyindim, aylardır görmediğim arkadaşlarımı görmeye gittim. “Ayy bir daha asla çalışamam” sözlerini yutup kahkahalar attım. Kimse düşünmedi “nereyi puanım tutarsa gideceğim, ders çalışmak korkunç” derken Hazan çalışmak zorunda diye.
           Bir kaç gün sonra diplomamı almaya gittim. O diplomayı sınavdan sonra güle oynaya almak için bu kadar bekletmiştim oysaki. Ama benim hayatım bu trajikomik hikayeydi. Arabama çarptılar. Duran arabaya gelip arkadan çarptılar. “Neyse” demek artık tik oldu bende. Yine bi neyseyle döndüm evime. Arkadaşlarımı uğurladım tek tek. “Kaç net yaptın?” “Nereyi yazacaksın?” soruları havada uçuştu. Onları seviyordum, onlar adına sevinmem gerekiyordu. Çok başarılı olamadım. Hepsinin gidişini, yeni hayatları için araştırmalar yapmasını boynum bükük izledim.
          Anne baba şevkati lazım dedim. Trabzona gitmeye karar verdim. Beni mutlu görsünler diye sabah kalktım, makyajımı yaptım, gözaltı morluklarımı kapattım, kırmızı rujumu sürdüm. Havaalanına geldim. Ama gel gör ki burada da işim rast gitmedi. Nasıl yaptım bilmiyorum, bileti Ankara’dan Trabzon’a alacağıma Trabzon’dan Ankara’ya almışım. Gidemedim. Aldığım biletin 7 katı fiyatına 2saat sonraya yeni bilet aldım. 25yaşında bir doktor olarak aileniz size sınırsız imkan sağlamış olsa da baba parası harcamak... Benim şu an eve hediyelerle gitmem gerekiyordu. 4yıllık üniversite bitiren yaşıtlarım iş bulmuş, evlenmiş, çocuk bile yapmıştı. Ben hala baba parası yiyordum. Ve bu durumdayken o bilete verdiğim her kuruş canımı yakıyordu.
          Şuan size bu yazıyı havaalanından yazıyorum. Şükür etmeyen, pesimistik bir insan gibi gözükmek istemem ama “acaba başka ne gelecek başıma?” diye düşünüyorum. Bir yandan da insanların yaptıklarını bu kadar sineye çekerek, ilahi güçlere bırakarak hata mı yapıyorum diyorum kendi kendime. Bu yazıda bahsettiğim veya yazıya dökmediğim kötü insanları neden ifşa etmiyorum ki? Elimde çok fazla fotoğraf, mesaj vs. varken neden ilahi adalete bırakıyorum her şeyi? Acizlik mi, kendimi temiz tutma isteği mi bilemiyorum. Bir bataklığa saplandım nereyi tutsam elimde kalıyor. Debelendikçe batıyorum. Kimin elini tutsam daha da dibe itiyor. Artık “hayırlısı buymuş” beni avutmuyor.
 

Bir Garip Doktor Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea