16 Ocak 2014 Perşembe

Yok Ya Ben Özlemedim

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 20:17 0 yorum
            İnsan dünya üzerinde adaptasyon yeteneği en güçlü olan canlıdır. Zaten adaptasyon zeka düzeyiyle paralellik gösteren bir kavramdır. Bazılarını hariç tutarsak insan da dünyadaki en zeki canlı olduğuna göre çok şaşırtıcı bir durum değil bu. Yani neye "alışamam, onsuz yapamam" diyorsanız garantiniz benden. Alışırsınız da yaparsınız da. Ama yazıya başlama amacım çok sevdiğim Can Yücelin "Bağlanmayacaksın bir şeye öyle körü körüne, o olmazsa yaşayamam demeyeceksin. Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü.. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki." dizelerini hatırlatmak değil elbette. Sadece insanın uyum yeteneği üzerine odaklanıyorum. Bu mantığa göre insan hangi duygusunu daha çok kullanırsa gittikçe o duygu üzerinde çıtası yükselir. Mesela hayatı sefillik içinde geçmiş bir insanı bir kebap mutlu ederken, hayatında neredeyse istediği her şeye ulaşmış bir insanı bırakın kebabı, kebap sarayı bile mutlu edemez. Buradan yola çıkarak şunu diyorum ki: hayatım boyunca o kadar çok şeyi özledim ki sanırım özlem duygumun çıtası tavan yaptı.
           Bir kere annemle babamın memleketlerinin farklı uçlarda olması doğuştan bir özlem kaynağıydı benim için. Antep'e giderdim bütün kuzenlerim, dayılarım, teyzelerim bir arada ne güzel. Trabzon'a giderdim yine aynı şey. Sonuçta yılın 8 ayı iki tarafı, 2 ayı bir tarafı kalan 2 ayı da diğer tarafı özleyerek büyüdüm. Sonra devlet baba sağolsun babamın tayini öyle bir yere çıktı ki okusan okunmaz, yaşasan yaşamaz. Mecburiyet 1 yıl da her haftasonu gelip giden babamı özledim. Üstüne sadece ilkokul hayatım boyunca 4 okul değiştirdiğimi de düşünürsek, her gittiğim yerde arkadaşlarımı, öğretmenimi özledim.Sonra "fen lisesi yatılı okunur" efsanesine fena ettim kendimi. 
         13 yaşımda, boyum daha bir buçuk metre vardı yoktu, 35-40 kiloyken ayrıldım evden. Minicik bir kız, şuanki halimle tahammül edemeyeceğime emin olduğum berbat bir lise hayatının içine düştü. İlk başlarda günde 5 sefer annemle babamla konuştuğumu, hatta bir ara eve gitmek için hasta numarası yaptığımı kabul ediyorum. Ama sonuçta ne oldu? Yine alıştım. Annemle babamın Ankara'yı çok sevmesinden midir bilinmez hep bir Ankara sevdam vardı. Kazandım geldim Ankara'nın bağına, büklüm büklüm yoluna. 
           Hazırlıktayken, her tatilde koşa koşa eve giden hatta gitmek içi tatilleri bile beklemeyen, ortalıkta "özledim" diyen insanlara tuhaf gözlerle bakmaya başladım. Benim çıtam o kadar yükselmişti ki onların bahsettiği duyguları 13 yaşımda yaşayıp bitirmiştim. Bu sefer de ben onlara tuhaf gelmeye başladım. "Nasıl yani tatilin ilk gününden eve gitmiyor musun?" şeklinde başlayan hayret ifadeleri... Annemle babamın da bu durumdan pek memnun olduğunu söyleyemeyeceğim. "İlk okul arkadaşın X iki haftada bir özledim diye evine geliyormuş" veya "Eee eve geleceksin heyecanlı değil misin?" sözlerinin altındaki ince sitemi anlıyordum ama elden ne gelir. 

          Şimdi sorun özledin mi diye. Evet özledim. Her şeyi özledim ve de özlüyorum. Londra'yı özledim, hazırlıktaki rahatlığımı özledim, Ruhsar'ı özledim, pokemonu özledim, "ben büyüyünce manken olacağım" diyen halimi özledim. Annemin kısırını, Samoyla pes atmayı, babamın bana portakal soymasını özledim. Lisedeki matematik öğretmenimi özledim, kuzenlerimle yazın yıldızlara bakarak terasta uyumayı özledim. Ama en çok da denizi özledim. Dalgaların sesini, o tuzlu kokuyu, siyah kumunu, mavisini... Ama artık bu duygu benim bir parçam oldu. Zamanın da o kadar çok özledim ki artık "özledim" desem kulağıma tuhaf geliyor, içim almıyor. O yüzden "yok ya özlemedim ben" ;) Mutlu günler :)
 

Bir Garip Doktor Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea