24 Ocak 2012 Salı

Vurlduk Ey Halkım Unutma Bizi!

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 19:26 0 yorum
UĞUR MUMCU ve GAFFAR OKKAN'ı saygı ve rahmetle anıyoruz



Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.

Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. İnsanlık sustu.

Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşında kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce, kolumuzu omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da, otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük. Adana’da, paramparça elleriyle ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutama bizi...

Bağımsızlık Mustafa Kemal’den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular. Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi... Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, prangalar vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi...

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile, karşısındakilere bağırmamış insanların önünde, öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz hepimizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi...

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...
                                                                                                     UĞUR MUMCU

22 Ocak 2012 Pazar

HRANT DİNK

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 17:39 0 yorum
                komite öncesi yine evdeyim ve ders çalışmaya çalışıyorum. kafa dağıtmak kendi kendime de olsa dertleşmek amaçlı geliyorum karşınıza. aslında dün gece yatarken uykuyla uyanıklık arasında yazacağım konuyu ve genel hatlarını belirlemiş komik bir yazı yazmayı düşünüyordum. (belki ilerde yazarım diye konuyu söylemiyorum) geçtim bilgisayarımın karşısına. iğrenç bir alışkanlık olduğunu bildiğim halde vazgeçemediğim bir biçimde ilk olarak facebook a girdim. bildirimlerime baktım sonrada paylaşılan yazılar arsında gezinirken yine klasik olarak Hrant Dink hakkında atılıp tutulan yazılarla karşılaştım. nedendir bilmem özellikle trabzonlu arkadaşlarım çok seviyorlar bu konuyu. kim olduğunu geçtim bir insan öldürmüş olan, bir katil olan Ogün Samast'ın kahraman olarak anıldığı . beyaz berenin gurur işareti sayıldığı bir memleketten böyle yazılar yazan insanların çıkması doğal aslında. yanlış anlamayın Trabzonluyum ve gurur duyuyorum. ancak şu bir gerçekki trabzon milliyetçi duyguların çok fazla suistimal edildiği bir yer. konuya gelecek olursak bir arkadaşım: "Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistanla kuracağı asil damarda mevcuttur" yazmış Hrant Dink'in sözü olduğunu iddia ederek altınada okkalı bir küfür savurmuş. başka bir arkadaşım da "Bir papa öldü herkes Hristiyan oldu, bir Hrant öldü herkes Ermeni oldu, onca şehit verdik kimler Türk oldu yazmış" 
                 öncelikle söylemem gereken bir şey var: "ayşe sadece çalışkan değildir" cümlesinden "sadece" sözcüğünü kaldırırsak ne olur? "ayşe çalışkan değildir" peki benim söylemek istediğim bu muydu laf tam tersine döndü. eğer cümleleri tam okumuyorsak ben size Kur'an dan İncil'den Tevrat'dan "iyi olmayın, ibadet etmeyin" gibi yazılar bile bulurum.. Dink'in cümlesine dönecek olursak açıkcası Hrant Dink'i ne yazıkki ölümüyle tanıdım. ne yazık ki diyorum çünkü bu benim cahilliğimin göstergesi. o zaman bazı televizyon kanallarında gazetelerde arkadaşımın yazdığı cümleyi söylediği yazılırken bazıları da Hrant Dink'in Ermeni meselesi konusunda gayet ılımlı olduğunu, kendi için "Türkiyeliyim" dediğini ve ırkçı bir tututm sergilemediğini yazıyordu. bu çelişki içinde bende merak ettim aslını öğrenmek istedim. evet Hrant Dink gerçekten böyle bir cümle söylemiş ama bakın nasıl demiş: "Ermeni diasporası, Ermeniler ve asala yıllar boyu yaptıklarıyla ve söyledikleriyle Türk halkının kalbine öyle kin tohumlar ektiler ki; ermeni kelimesi düşman, emeni dölü sıfatı orospu çocuğu anlamına gelmeye başladı. Türk halkının damarlarında akan bu kin ve nefret dolu kanın boşalması ve yerine doldurulabilecek temiz kan -yani iyi niyetli, normal düşünceler- bu nefret tohumlarını eken Ermenistanın ve Ermeni diasporisinin yapabileceği bir şeydir. bunu yaptığınız taktirde Ermenistan ve Ermeniler için daha huzurlu bir yaşam ortaya çıkacaktır, tabi Türkler için de." şimdi aklı mantığı olan bir insan aynı olduğu iddia edilen iki cümle arsındaki farkı anlayamaz mı? Lütfen bir şeyi tam anlamadan yorumlamaya kalkmayalım. zamanında Ogün Samast'ın azmettiricileri de böyle kandırdılar onu çünkü. belki de insanların dediğine inanmayıp kendi "bu adam ne demiş?" diye açıp baksaymış Hrant Dink şuan yaşıyor olurdu.
               diğer konuya gelirsek, bizim genel bir özelliğimiz vardır: bir şeyi yüceltmek için illa başka bir şeyi kötüleriz. Örneğin A ve B takımları maç yapar A takımını destekliyorsak "çok yaşa A" demekten ziyade "geber B" demeyi tercih ederiz. sanırım yetiştirilme tarzımızdan kaynaklanan bir şey. biz karşılaştırma yapmadan sevip yüceltemiyoruz. siyaha siyah dememiz için illa beyazla karşılaştırmamız gerekir. oysa beyaz olmasa da siyah siyahtır. burda da aynı mantık var. şehitlerimiz için hepimiz çok üzülüyoruz. hepimizin ailesinden birileri askerde. bir şehit versek ailemizdenmiş gibi içimiz yanıyor. ancak şehitlere üzüldüğümüzü ifade etmemin yolu Hrant Dink'i mi kötülemek? ben bunlar arasında bir bağlantı kuramıyorum. Dink sadece Ermeni olduğu için öldürüldü. bunu prtesto etmek amaçlı 'hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeniyiz' dendi. 5 yaşındaki çocuğa söylesen anlar bunu ama bizde bazı kafalar var ki orta çağdaki kiliselerde bile böyle bağnazlık görülmemiştir. 
             değerli okuyanlar, Hrant Dink "Ermeni toplumu çok kapalı yaşıyor, kendimizi anlatsak önyargılar kırılır" düşüncesiyle Agos gazetesini çıkarmış, Ermeni Diasporasına 1915 olayları için "soykırım" kelimesini içermeyen daha yumuşak bir muhalefet çağrısında bulunmuş bir insandır. Ayrıca "ben Türk değil, Türkiyeliyim ve Ermeniyim" dediği için Türklüğe hakaretten 3 yıl yargılanmış bir insandır. Ermeni olduğunu kabul etmesi Türklüğe hakaretse, Almanyadaki Türkler de o zaman biz Almanız desinler "Türküz" derlerse Almanlığa hakaret olmaz mı?
               düşüncelerim ve diyeceklerim bunlar. bazılarınızın bana katılmadığına eminim zaten bu yazıyı yazarken de kimseyi ikna etmek gibi bir amacım yoktu. ancak kim ne düşünürse düşünsün ülkemde bir gazetecinin haince katledilmesinden utanç duyuyorum. Ölümünün 5. yılında kendisini rahmetle anıyorum..

15 Ocak 2012 Pazar

Bir Kış Gecesi Rüyası

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 09:28 0 yorum
           ankara ya gri diyenler utanın. akşamdan çamurlu bir geceye bıraktığım ankara sabah bembeyaz olmuştu. işte en sevdiğim hali bu şehrin. manzara izlemekten nefret eden ben kar yağınca hiç dayanamam. şimdi de aldım bilgisayarımı geçtim pencerenin karşısında manzaralı manzaralı yazmaktayım. evdeki vatandaşlar uyansa gece yağarken kaçırdığımız karın keyfini çıkarırdık. komiteye çalışmak uğruna akşam 10 da yatıp sabah 8 de uyanan ama malesef uyandığında dersin başına değil pc nin karşısına geçen biriyim ben ama inanın kendimi değil sizi düşündüğümden. dedim sayın okuyucular beni özlemiştir. haklıyım dimi :)

    dün akşam kaçırdığım karın etkisiyle mi yoksa komiteye çalışacak olmanın verdiği rahasızlıktan midir bilinmez garip garip rüyalar gördüm. rüyamda bir ara gizli ajandım. ingiltere de (doyamadım sana) bir kalenin içinde geçiyor rüya. merak edenlere söyleyeyim mekan West Sussex de Arundel Castle.  biz 5 kişiyiz karşı grup sınırsız takım elbiseli ve güneş gözlüklü matrix çakması heriften oluşuyor. amaç (tamam komik ama bu bi rüya) kulenin tepesindeki ipte kendini asmak. o zaman sihirli güçler asan kişiye geçecek (sihirli annemin hafta içi hergün yayınlanmasının hazin sonucu) uzun süreli bir adam öldürme maratonunun ardından (bildiğiniz bir Tomp Raider dım) bizim grupta 2 telef ve 3 kişi kalıyoruz. hiç kötü adam kalmadı bu nasıl iş demeyin. bu sırada bizdeki bir kızın karşı grubun ajanı olduğunu anlıyoruz. bundan sonrası anlatılmaz yaşanır. o kalenin içindeki merdinlerde tekmeyle yuvarlamalar mı yumruklar mı ne ararsan var. sonuç olarak arkadaşım da yaralanınca hain  ajan ve ben kalıyoruz. tabi arkadaşımın yaralanma sahnesinde izleyiciler göz yaşlarına boğuluyor. cesur bir şekilde "beni bırak sen git" diyor. hıçkırık salya sümük ama ben cesur yüürek hiç ağlamıyorum tabi. görev her şeyden üstündür prensibiyle tırmanıyorum kuleye.
           tam ben kuleye varıyorum ki bir de ne görüyim hain ajan kendini asmış. yetişemedim. (hiç benim rüyamda ben kaybeder miyim?) kızı saçlarından tuttuğum gibi çekmeye çalışıyorum ama nafile. sihirli güçler ona geçiyor amma ve lakin tam bu esna da  sihir mahkemesinden görevliler geliyor.(gündemimizde o kadar dava varki balyoz, engerek'on vs. etkilenmemek mümkün değil) benim bildiğim ama sizin bilmediğiniz bir kural var ki o da şu "bir insanı öldürürken görüntülenen (paparazilere yakalanan da diyebiliriz) alamıyor sihirli güçleri"  ben çıkarıyorum süper bilgisayarımı çantamdan (tüm o koşturma boyunca taşımışım sırtımda) ve süper bilgisayar kullanma becerimle bu koşturma esnasında çektiğim bir iki öldürme sahnesinin içine koyuveriyorum kızı. evet kabul sahtekarlık ama sonuçta gerçekten öldürdü. hem iyi karakterler kötü şeyler yapma diye bir kural yok ki! sonuç olarak sihirli güçler bendeeeeee. yuppiiii! sonra kendimi bir kilisede buldum. heralde suçumun karşılığı olarak günah çıkartmaya geldim o kısım biraz mechul. kilisede ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışırken birden uyandım. bir de ne göreyim. gece sıcaktan bunalınca açtığım penceyi açık unutmuşum. üstümden yorganı atmışım. işin özü kıçım acık kalmış. işte tüm rüyamın nedeni. kendini sihirli güçleri olan bir ajan sanan ben için burası bir yıkım. ben bi 5 dakka depresyona girip gelebilir miyim?
           işte o kadar afilli şanlı şöhretli bir rüyanın ardından uyanıp kendini "bugün biyokimya mı çalışsam yoksa histoloji mi?" derken bulmak. kafanı çevirdiğin anda duvara yapıştırdığın, ezberlemen gereken notları görmek, hayatın acımasızlığının bir kanıtı değil mi? işte dostlar benim ki de bir kış gecesi rüyası olarak maziye karıştı bile. ben isyanlardayım siz mutlu kalın :)

 

Bir Garip Doktor Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea