29 Nisan 2013 Pazartesi

İdolüm: O, Bu, Şu

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 20:25 0 yorum
            Benim sevgili ülkemin en sevdiği söz "bükemediğin eli öpeceksin." Her konuda bu sözü felsefesi haline getirdiğini belli ediyor. Yani gurur falan yok bizde. Adölesan dönemindeki çocuklar gibi sürekli bir idol arayışındayız.
       
  Biraz önce buzluktan çıkarıp mikrodalgada ısıttığım kuru gıdalarımla beslenirken (artık içim kurudu ama yapacak bir şey yok) haberlere bir göz atayım dedim. Her ne kadar her izlememde sinir krizlerine girsem de çok da kopmak istemiyorum gündemden. Tıpçı olarak "asosyal" sıfatımız üstümüze yapışmış olsa da tabuları yıkmak güzeldir. Ama bu sefer farklı bir şey oldu. Sinirlenmedim aksine gülmeye başladım. Haberin başlığı "eğitimde 'Kazak' modeli". Tabi üstümüze giydiğimiz kazak değil bahsedilen. Kazakistanda uygulanan liseye geçiş sınavı yöntemi. Artık liseye geçiş sınavında açık uçlu sorularda olacakmış. Çoktan seçmeli sınavı yapmayı beceremeyen bir ülke için boyundan büyük işe kalkışmaktan başka bir şey olmasa da "Bir de bunu deneyelim ne olacak?" mantığı ağır basıyor. E tabi her sene aynı sistem uygulanırsa dershaneler, kitapçılar, özel öğretmenler nasıl para kazanacak. Hem yeni bir şey denemiş oluyoruz hem de bir sürü insana ekmek kapısı açıyoruz. Burada araya kaynayan her sınav sistemi değiştiğinde stresleri bir kat daha artan yavrucaklar oluyor. Aman ne olacak sanki çocuk onlar büyüyünce unuturlar.
          Anayasada  İsveç modeli, ekonomide İngiltere modeli, sağlıkta Almanya modeli, modeller modeller...(ülke isimleri benim uydurmamdır ama araştırsam çok da yanlış çıkmayacağına eminim) Niye hiçbir ülke Türkiye modelini  almıyor diye bir düşüneyim dedim ama güzel kafamı çok yormama gerek kalmadı. Çünkü bizim bir modelimiz yok. Ama olan bir şeyimiz var: milli içkimiz ayran. Yakında milli yemeğimiz olan hamburger, milli sporumuz olan golf  ve milli kıyafetimiz olan kara çarşaf da ona eşlik edecekler. Ne kadar da şanslıyız.
          Son olarak bir tek dileğim var: adölesan ülkemin ergen olduğunu görmek. Bir gün herhangi bir şeyde Türk modelinin alındığını görmeden ölürsem gözüm açık gider. Hayır her türlü şeyi hatta savaş taktikleri bile çalınan Atalarımızın kemikleri sızlamıyor mudur diye de merak etmiyor değilim. Acaba bizim zekamızı körelten ne oldu? Sizi bu soruyla baş başa bırakarak çekiliyorum huzurunuzdan. Mutlu günler :)

28 Nisan 2013 Pazar

Düğün Tabuları

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 17:23 0 yorum
        Yaz geldi sayılabilir. En azından havalar öyle diyor. Bu aralar kafalardaki en büyük soru işareti "yanıma mont alsam mı?". Her ne kadar güneş oldukça yakıcı olsa da nisan ayında olduğumuz gerçeği herkesin aklında. Ya üşürsem korkusuyla giyilen mont apartman kapısından çıkmadan kollara geliyor. Bize de tüm gün eziyet gibi oradan oraya taşımak kalıyor. Güneşin gelmesiyle beraber kollardaki mont, yenen dondurma miktarına bağlı olarak artan bir şey daha var ki yapmayanın bir derdi yapanın bin derdi olup da yine de vazgeçilemeyen bir olay. Düğünler...
          Yolda yürürken "Evleniyoruz, Mutluyuz" yazılarıyla gidiyoruz şu zamandan kış aylarına kadar. Yanımdan her gelin arabası geçerken içine bakıp belki bu sefer bir farklılık olur diye umut ediyorum ama nafile. Her gelin anlaşmış gibi kafasına bir kuş yuvası büyüklüğünde topuz yaptırmaya ve straplez gelinliğinden yağlarını taşırmaya dikkat ediyor. Yıkılmaz bir kural olmuş bu ben geline gelin demem iki kafalı ve straplezli olmazsa. Bir de badana gibi makyaj olayı var ki parasıyla rezil olmak bu olsa gerek. O yüze ne kadar çok şey sürülürse o kadar güzel olunur tabusu yüzünden düğüne gittiğiniz gelini günlük hayatta görünce hayatınızda ilk kez görmüşsünüz hissine kapılıyorsunuz.
          Damat da pek farklı sayılmaz bu konuda. Sorsan "Makyaj erkek adama ters" diyen maço abim düğün günü ne kaşlarını aldırmaktan ne de yüzüne pudra sürdürmekten çekinmiyor. Hele o garson kıyafetinden bozma damatlıklar yok mu deli oluyorum. Ona dünyanın parasını vereceğine gidip kendine bir siyah takım elbise alsa çok daha yakışıklı olacak ama olmaz. Yine tabular devreye girer. Yakası bordo saten ceket ve aynı renkte mendili olmayan damada damat denmez.
   
   
       Düğün fotoğraflarını çok seviyorum ya. Hele ucuza getirelim ama albüm yaptırmaktan da geri kalmayalım mantığıyla yapılan o güzel fotoshape harikası resimler, beni benden alıyor. Gelinle damat uzaklara bakarken, damat gelini alnından öperken, gelin hafifçe gülümseyerek damadın koluna girerken... Arkada şelale veya kumsal manzarası olmazsa olmazdır. Tabi yan tarafta gördüğünüz üzere klasik pozlardan sıkılıp düğün fotoğrafında yeni bir çağ açmaya çalışan çiftlerimiz de yok değil. Orjinal olan her şeyi çok sevdiğimden heralde bu poza bittim. Çifti tanımasam da hayatlarının pek monoton geçmeyeceğini düşünüyorum.
              Geçen gün öğrendim. Çocukluk arkadaşlarımdan birisi ikinci çocuğunu doğurmuş. Vay be dedim ben teorik olarak ürogenital komitesinde doğumun anatomisini, embriyonun gelişimini incelerken yaşıtlarım uygulamasına geçmiş. Çok geride kalmışım be. Bu gidişle ben okulu bitirdiğimde onların torunları olacak. Ben mi yavaş yaşıyorum onlar mı hızlı gidiyor karar veremedim doğrusu. Mutlu günler:)
NOT: Bir süredir ilham perim kayıplardaydı. Şimdilik bir tane idareten buldum yakın zamanda eskisine kavuşacağımı umuyorum.:)
         
         

22 Nisan 2013 Pazartesi

Kayıp, Aranıyor

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 19:08 1 yorum
              İham perim kayıplarda. Gören, duyan, bilen varsa Allah rızası için haber versin. Vahim durumdayım. Niye kaçtı bilmiyorum. Oysa yemini suyunu hiç ihmal etmezdim. Yenisini bulurum diye arandım. İstanbul'a kadar gittim. Ortaköyde, Taksimde, Kadıköyde, boğazda aradım. İstanbulu dinledim gözlerim kapalı. Belki bir ses duyarım diye perimden. Yok... Gökte ararken yerde bulurum dedim. Kızılaya gittim. Sakarya caddesine baktım çok severdi orayı. Ne zaman gitsek coşardı. orada da bulamadım. Umarım başına bir şey gelmemiştir.

8 Nisan 2013 Pazartesi

GİS'ten bir gün önce...

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 23:23 0 yorum
             Yarın komitesi olan gariban tıp öğrencisi olarak karşınızdayım. Bizde son hafta genelde ders olmaz. Her şeyimizi düşünen sayın koordinatörlüğümüz bize çalışmamız için bir hafta zaman tanıyor. "Ak'il insan olamadınız  inek insan olun" diyorlar bize. Laf arasında ak'il insan olmak için hangi okul bitiriliyor? Bilen biri yardımcı olsun lütfen ak'ilsiz gelmiş olabilirim ama öyle gitmek istemiyorum. Konuya dönersek bu sene şimdiye kadar olan tıp hayatımın ders açısından bir özetini yapmak istiyorum.            
             
           Bu senenin ilk komitesi kemikti. Şuan Allah'ım ne kolay komiteymiş desem de çalışırken hiç öyle gelmiyordu. Vücuttaki 206 kemiğin her birinin girintisini çıkıntısını üzerindeki çiziğe kadar ezberlemiştik. Hayatında ilk defa anatomiyle karşılaşan bir insanın girdiği şokla beraber defalarca tekrar etmiş bir durumda girmiştim sınava. Karşılığını da fazlasıyla aldım hatta aldık. Notlar tavan yaptı. Sonuçlar bir açıklandı 80ler 90lar havalarda uçuşuyor. Bu mutlu mesut hikaye gökten üç elma düşerek burada bitmedi tabi ki. Sonraki komitemiz kastı. Biz daha zoru olamaz derken notlar sefilleşmeye başlamışken efsane kafamıza ağaçtan düşen bir hindistan cevizi edasıyla "çat" diye geliverdi. Ulu Nöro... Her tıp öğrencisi nöroyu taadacak şeklinde yapılan yorumların hakkını verdi. Geride darmadağın olmuş bir amfi dolusu gençken yaşlanmış insan bırakarak hayatımızdan geçip gitti. Tabi asıl güzelliği final zamanı yapmak üzere. Sonrasındaki komite olan kardiyo bize bir ilki daha yaşattı. İlkin adı "komite arası onbeş tatil"di. Tatil mi eziyet mi anlaşılmayan bir onbeş gün. Çalışsan çalışılmaz gezsen vicdan bırakmaz. Öyle iğrenç bir durum. Bütün bunlar olurken komitelerde yapılan tekrarların azalmasına paralel olarak notlarda da düşüş gözlendi doğal olarak. Kardiyo da geçti ve sayın GİS geldi. Ama yalnız gelmedi. Peşinde yirmi dereceye varan bir hava, açan çiçekler, uçuşan böcekler, gevşeyen gönül yayları yani kısaca baharı da getirdi. Bahar sadece bize gelmedi ama bize özel gelen bir şeyler de vardı tabi. Yorgunluk, bezginlik, bıkmışlık... Şuan tam bunların ortasındayım. Bugün manyak gibi saatlerce ders çalışmam gerekirdi ama pek başarılı olamadım malesef. Çabalamadım bile. İçime öküz oturmuş gibi hissediyorum şuan.
              Eğer ilk komitelerden birine bu kadar az çalışarak girseydim çıldırırdım herhalde. Şuan da "ah çok mesudum" diyemem ama benim gibi evhamlı bir insana göre oldukça iyiyim. Alışmak böyle bir şey herhalde. Sürekli aynı şeyleri yaşayınca insan uyuşuyor. Adrenalin bile tat vermez oldu. Hayatımdaki tek aksiyonun hiç yakamı bırakmayan lanetli tıp fakültesi olması ne kadar acı. Melankoli bir tarafa ben şimdiden sınav sonrası planlarımı yapmaya başladım. Kendimi dağa taşa vurmaya, sokağa bayıra salmaya kararlıyım. Yaklaşık üç hafta bir zamanım olacak bunun için. Bütün arkadaşlarımla gezip tozup eğleneceğim. Ama en çok zamanı kendime ayıracağım. Her ne kadar komiteye çalışmayarak hak etmemiş olsam da haksız kazançtan tutuklanmam herhalde.
           Bir yazımı daha bıkmadan okuyarak sabır sınırlarınızı gevşettiğiniz için siz bir şarkı hediye ediyorum: TNK söylüyor "elveda de..." Mutlu günler :)

4 Nisan 2013 Perşembe

Önden Gelen Yargılar

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 21:26 0 yorum
   
       Hiçbir şey aslında dışarıdan göründüğü gibi değildir. Hiç kimse de dışarıdan göründüğü gibi değildir. Herkese kendini tanıtmak için bir şans verilmelidir. Bunu size önyargıların mahkemesinde önden önden çok yargılanmış birisi olarak söylüyorum.
            Lise birdeyim. 13 yaşımda hayatımda ilk defa evden ayrılmışım ve yatılı kalıyorum. Bunlar yetmezmiş gibi bir de üst dönem baskısı var ki Trabzon Yomra Fen Lisesi dışında başka bir okulda yokmuş böylesi. Tabi ben bunu çok sonraları öğrendim. Neyse sevgili 17. dönemin yaptıklarını başka bir yazımda anlatırım. Anlayacağınız berbat durumdayım. İlk sınavlara bir girdik. Benim notlar leş. Elliler altmışlar havada uçuşuyor. Veli toplantısı var dediler. Söyledim bizimkilere. Annemin okula ilk ve sondan bir önceki gelişi oldu. En son mezuniyetime geldi. Kadın veli toplantısına gitti geldi yüzünün rengi gitmiş. Güya bana çaktırmıyor ama hocaların kötü şeyler söylediklerini anladım. Zaten iyi bir şey de beklemiyordum da yıllar sonra öğrendiğimde bile beni şok edebilecek şeyler söylemişler. Hele bir hocam "Yani kapasite meselesi. Herkes eşit olacak diye bir şey yok. Fazla bir şey beklemeyin. Hatta okulunu değiştirmenizi öneririm." demiş. Adam aldığım bir 50 ile bana gerizekalı damgasını vurdu anlayacağınız. Ben o okulu 5.00la bitirdim.
              Lise sondayım. YGS'ye ya iki ya da üç hafta var. Artık yavaştan rapor muhabbetleri dönüyor ortalıkta. Kimya dersindeyiz. Saygıdeğer hocamız gireceğimiz sınavla ilgili değerlendirmelerde bulunuyor. "Sen ilk bine girersin. Senden derece bekliyorum. X,Y,Z siz kesin ilk beş yüze girersiniz." diyor. Bir arkadaş da "Hocam Hazan da iyi o da derece yapar." dedi. Adam bana döndü "Sen ilk bine giremezsin iki bine girersen şükret" dedi. Ben güya çaktırmadım ama içime öküz oturdu. Zaten sınav psikolojisi berbat durumdayım. O adam yüzünden günlerce kendime gelemedim. Ben 2010 YGS 252.si oldum.
            Hazırlıktayım. Dikkat çekici giyindiğimi veya göründüğümü biliyorum ama herkesin beni tanıdığını veya hakkımda yorum yaptığını çok sonraları bölüme geçince öğreniyorum. Şuan çok samimi olduğum ve yaz okuluna kadar tanışmamıza fırsat olmayan canım arkadaşım A.Ö. ve onun arkadaşı X arasında geçen muhabbet:
X: Şu renkli giyinen kız var ya tıptaymış.
A.Ö.: Saçmalama ciddi misin?
X: Evet hemde Türkçeymiş
A.Ö.: Ayy inanmıyorum ben şimdi o kızla aynı amfide mi olacağım :S
            Hazırlıktayken dans kursuna gidiyorum orda bir kızla tanıştım, muhabbet ediyoruz. Kıza tıpta olduğumu söylediğimde verdiği tepki şu oldu: "Hadi ya ben seni özel üniversitede işletme okuyorsundur falan sanmıştım. Dışardan öyle görünüyorsun da..."
             Kabul dışarıdan pek tıpçı izlenimi vermiyor olabilirim. Ama kendime bakıyorum, süslüyüm veya kıyafetlerime özenliyim diye aptal tiki kız olmak zorunda değilim. Ayrıca tıpçılar sandığınızın aksine paspal, bakımsız, suratsız ve sıkıcı insanlar değillerdir. Kızları da çok güzel ve zekilerdir. Yani demem o ki önyargılarınızdan kurtulun. Kimin içinden ne çıkacağı hiç belli olmaz. Hele gelecekte ne olacağı hiç belli olmaz. Her şey bir yana herkes bir şansı hak eder. Mutlu günler :)

2 Nisan 2013 Salı

Baharı 1 hafta ertelesek?

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 11:35 0 yorum
     Yüce yaratıcıdan bir istirhamım olacak: Tanrım 'bu kış kar yağmasın demiştim sen de kabul etmiştin. Sırf torpilli kul olduğumu diğerleri anlamasın diye normalde yolları kapatan, buzu yerde haftalarca kalıp 'ne zaman bacağımı kıracağım' diye düşünmeme neden olan, Ankara'ya bu yıl sadece bir iki kez göstermelik düşürdüğün karı şu bir hafta için yağmur olarak talep ediyorum. Yoksa bu güzel havada kafama şapka niyetine huni koyup, amuda kalkarak ders çalışmaya çalışacağım.
     Sınavı olmayıp da bahar aylarında gönül
yaylarını gevşeten arkadaşlar kızmayın hemen bana. Ben yağmuru sevmiyor olabilirim ama romantizmin olmazsa olmazıdır. Tadını çıkarabilirsiniz. Bir şemsiyede iki kişi yürüyebilirsiniz. Hem zaten sadece bir haftacık. Sonrasında mayısın ortalarına kadar yağmur talebinde bulunmayacağım.
       Bir kısmınız şuan 'çık bir gez, hava al sonra otur çalış' diyorsunuz, duyuyorum. Bende size soruyorum: Bu havada kuşlar cıvıldarken, ağaçlar çiçek açıp, kediler romantizmin doruklarını yaşarken dışarı çıktıktan sonra eve dönmek nasıl bir şey biliyor musunuz? Evden su almaya diye çıkıp kendimi kuğulu parkta bulmaktan korkuyorum. Kuğulu park yine iyi Göksu'da bile bulabilirim bu kafayla. Size şöyle anlatayım durumumu. Fizyolojide bir not var. 2kere okudum notu anlamıyorum. Not Türkçe, cümleler düzgün... Bir terslik var ama çözemedim. Dün itibarıyla öğrendim ki notun sayfa numaraları karışmış. 30sayfanın ilk 15i ters numaralandırılmış, sonrası normal. Demek ne kadar dikkatli okuyormuşum ki olmayan konu bütünlüğünü geçtim yarım cümlelerden bile notta bir hata olabileceğini anlamamışım. Tanrım yağmurla beraber biraz da akıl istiyorum. Mutlu günler:)
 

Bir Garip Doktor Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea