2 Eylül 2018 Pazar

Parlak Pembe Çiçekler

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 15:28 0 yorum
          Kaçmak; uzaklara, çok uzaklara, kimsenin tanımadığı hatta kimsenin olmadığı yerlere... Ne kadar klişe bir düşünceydi bu böyle. Oldu olacak evi, arabayı satıp karavan almayı da düşünseydi. Gittiği yerlerde günübirlik işler bulur benzin ve yemek parasını çıkartırdı. Ama üç dolap dolusu kıyafetini alacak bir karavan bulması zordu. Topuklu ayakkabıları ve maaşının büyük bölümünü yatırdığı çantalarının arasından seçim yapması da imkansızdı.
         Kapana kısılmışlık hissi nefes almasını yüksek eforlu bir iş haline getiriyordu. Aldığı her nefesi takiben tutmak zorunda olduğu gözyaşları... Artık sulugözlülük boyutunu aşmıştı bu durum. Her canı istediğinde ağlayamazdı. Asıl korktuğu şey ise; bir başlarsa, gözyaşlarının hiç durmayacağı hissiydi. Bu  duygunun geçici olduğunu bilmek bir parça rahatlattı onu. Ne de olsa dikkati 4 yaşındaki bir çocukla kıyaslanabilecek düzeydeydi. Komik bir video izleyecek, bir arkadaşını arayıp saçma sapan bir dedikoduya aşırı tepkilerle odaklanacak veya düşüncelerini arkasında bırakmak istercesine koşacaktı. Kendini avutmayı öğrenmek bir mecburiyetti. O kadar çok şeyi dert edip ölüm kalım meselesi haline getiriyordu ki... “Eh kendime haksızlık etmemeliyim.” diye düşündü. Yakın arkadaşlarından birisi ona “belaçeker” demişti.
         İçinde odaklayamadığı bir öfke vardı. Her şeye, herkese, hatta kendine bile. Huzur içinde uyanmayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki! Her sabah yataktan “dün çok kötü bir şey olmuş da hatırlayamıyormuş” hissiyle kalkıyordu. Takibinde bütün günü de “kötü bir şey olacak” hissiyle geçiriyordu. Kimi zaman da bu hisler boşuna hissedilmemiş oluyordu.
          Son bir yılda ne kadar çok şey değişmişti. Sanki ilahi güçler “tamam bu kadarı sana yeter” deyip şans meleğini bir yerlere tatile göndermişlerdi. Ve o melek gittiği yerde çok mutluydu ve geri dönmeye hiç niyeti yoktu.
          En büyük korkusu yalnız kalmak olan o değil miydi? Hatta bu yüzden defalarca yanlış arkadaşlıkların, tek taraflı değer vermelerin içinde bulmuştu kendini. Şimdi ise yalnızlık adeta tek hayali haline gelmişti. İyi tarafından bakılınca en azından hayatındaki insan yükünün büyük bir bölümünü üstünden atmıştı. Oysa eskiden ne kadar çok severdi kalabalığı. “Eskiden”... Bu kelimeyi kullanım sıklığını düşününce kendini yaşlanmış hissetti. Belki de büyümüş... Bir yerlerde “insan zamanla değil yaşadıklarıyla büyür.” tarzı afilli bir söz duymuştu.
            Derin bir nefes aldı. Bir şeylerin iyi olacağını umup sonunda hayal kırıklıklarıyla boğuşmaktan nefret ettiği için “iyi olacak” demedi. Sürekli kötüyü düşünmek de daha kötüyü çağırmaktan başka bir işe yaramıyordu zaten. “Kötü olacak” da demedi. Olacaklara ve olmuş olanlara kulp bulmayı bırakıp olanlara odaklandı. Denizden esen rüzgar saçlarını okşuyordu. Güneş, yanmış olan teninden adeta içeri, daha derinlere bir yolculuktaydı. Yan tarafında futuristik bir ressamın tablosundan fırlamış gibi duran parlak pembe çiçeklerin kokusunu, akciğerlerini yıkamak, bu kokuyla doldurmak istercesine içine çekti. Yine gülümsedi. Hep gülümserdi. Dikkati dağılmıştı bile...
 

Bir Garip Doktor Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea