27 Şubat 2014 Perşembe

86

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 20:58 0 yorum
O dünyaya öldü
Gözlerini açtı
Kördü
Ayağa kalkacaktı
Bir çamurdan farksızdı
Sevilmek istedi
Canı yandı
Sevecekti
Kalbini bulamadı
Tutunacak bir dal aradı
Dal elinde kaldı
Bir köşede durdu
Köşe yok oldu
Bu dünya ona fazlaydı
O da dünyayı öldürdü

91

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 20:53 0 yorum
Çiziyordu
Siliyordu
Olduğu yerde
Sayıyordu
Bir adım attı
Geriye kaydı
Bir ışık yaktı
Daha da karardı
Bir soru sordu
Cevabı yoktu
Bir çığlık attı
Sesi çıkmadı
Aynaya baktı
Boştu
O zaten hiç yoktu

Her gün yeni bir başlangıç

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 18:29 1 yorum
       Eminim bazen size de oluyordur. Aldığınız hava ağır, içtiğiniz su acı geliyordur. Çok sevdiğiniz şehir yaşanmaz, kalabalık çekilmez geliyordur. O an tek çözüm kaçmak, uzaklara gitmek gibi geliyordur. Neresi olduğu önemli değil... Sadece gitmek... Çok uzak yerlere... Kimsenin tanımadığı, sorular sormadığı, yargılamadığı yerlere kaçmak... Yalnız kalmak, her şeyden kurtulmak... Sanki başka bir yere gitseniz kendinizden kaçabilirmişsiniz gibi.. Sanki anılarınız, hatalarınız peşinizi bırakırmış gibi.. Sanki gittiğiniz yerde yorgunluğunuzun ilacını bulabilirmişsiniz gibi... Döndüğünüzde bıraktıklarınızı değişmiş bulacakmışsız gibi...
         Hayallerinizi yıkmak istemezdim ama üzgünüm. Hiç bir yere kaçamazsınız. Tutsaksınız bu şehirde. İşiniz, okulunuz, sorumluluklarınız hapishane, çok sevdiğiniz insanlar gardiyanınız olmuştur. Sizin yaralanmanızdan zevk alan insanlar akbaba gibi çöküşünüzü bekler olmuştur. Gitmek sizin için bir hayaldir.
          Bazen iyi şeyler de olur. Bir şekilde kaçarsınız şehirden. Bir gün, iki gün, beş gün, on gün... Ya sonra? Yine dönüp gelirsiniz. "Güçlüyüm, yıkılmam artık, atlattım" dersiniz eski zindanınıza ayak basarken. Sonra bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de parktaki çınar ağacı acı gerçeği yüzünüze vurur: Hiçbir şey değişmemiştir. Ne kadar hızlı giderseniz gidin, düşüncelerinizden kaçamamışsınızdır. İşte o zaman anlarsınız hatalarınızla yaşamaya mecbur olduğunuzu. Arkaya bakarak ileriye gidemeyeceğinizi anlarsınız.
            Kendinizden kaçamazsınız, yaşadıklarınızdan kaçamazsınız, sorumluluklarınızdan kaçamazsınız... Artık o her istediği yapılan çocuk değilsiniz. Evin prensesi değilsiniz. Kocaman bir dünyada milyarlarca küçük noktadan birisiniz. Ve en önemlisi yalnızsınız. Sizi canından çok seven bin tane de insan olsa yalnızsız. Kendinizi çekip çıkartacak, geçmişin kara kaplı defterini yakacak, güneşe bir adım daha yaklaşacak olan sizsiniz. İnsanların düşüncelerine, sözlerine, hatırlatmalarına gülüp geçecek olan sizsiniz. Ama daha önemlisi kendinizle baş edeceksiniz. Kendinizi eskisinden de çok seveceksinizve bir şarkı tutturacaksınız: Geçmişe dönmem küsüm göz yaşlarıyla, daha güçlüyüm ben hatalarımla... Yüzümüze kocaman bir gülümseme ve evet... Yeni bir güne, yeni başlangıçlara, korkmadan yaşamaya, her şeye hazırız. Güçlüyüz ve mutluyuz...

10 Şubat 2014 Pazartesi

Sevilesi Memleket

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 11:51 0 yorum
          Bir gezi yazısıyla daha birlikteyiz. Bu sefer nereye mi gidiyoruz? Anlamak çok kolay. Uçağımız daha alçalmaya başlarken uçaktaki insanların hepsi dünyayı uzaylı istilasından kurtaracak bir toplantıda kilit rol oynayacaklarmış gibi aceleyle el bagajlarını almaya çalışıyorlarsa ve pilotun, hosteslerin "lütfen yerlerimize oturalım" serzenişleri etkisiz kalıyorsa iki seçeneğiniz vardır: ya Trabzon'a gidiyorsunuzdur ya da Trabzon'dan dönüyorsunuzdur. Seçenekleri bayağı bir azalttığımıza göre geriye son bir test kaldı. Uçağın penceresinden bakıp da bir tarafta göz alabildiğince gri deniz ve aynı renkte gökyüzü, diğer tarafta da betondan arda kalan her yeri yeşil görüyorsanız memleketime hoşgeldiniz. "İnsan geldiği yeri unutur mu?" demeyin. Bir keresinde kısa bir süre içinde o kadar çok yolculuk yapmıştım ki uçakta uyandığımda "ben nereyim, burası kim?" sendromuna tutulmuştum. Yani sizin de başınıza gelebilir.
 
         Trabzon havalimanı denize sıfır, aslında başka bir milletin elinde olsa turizm cenneti yapılabilecek bir yerdir. Ama gelin görün ki biz milletce işin en kolayına kaçmayı kendimize prensip edindiğimiz için doldur denizi yap her şeyi sloganıyla yola çıktık. Zaten şimdi denize doğru dikkatli bakınca böyle karayı görür gibi oluyorum. Yakında Ukrayna ile kara sınırımız olursa hiç şaşırmayacağım. Elin Japonları ekolojik denge bozulmasın, denizi mahvetmeyelim diye düşünerek dağları düzleştirip, küçücük ülkelerine sığarken biz hay versin deniz dolduruyoruz. Bu aralar da deniz doldurup stadyum yapıyoruz. Artık maçları deniz manzaralı izleyeceğiz ne mutlu bize. (Ben biraz daha konuyu dallandırırsam bu uçak hiç inemeyecek sanırım.)
          Uçaktan adımınızı ilk attığınızda %60 ihtimal bir yağmur hoşgeldin der size. Hava yine%60 ihtimalle ne sıcak ne de soğuktur. Burnunuzdan giren ilk havada kış ayındaysak is kokusuyla karşılaşmanız ihtimal dahilindedir. Malum henüz doğalgaz pek yaygın değil buralarda. Ama ne olursa olsun Trabzon havasından solumak bir ayrıcalıktır. O gri deniz, yeşilin en güzel tonu... İnsan eliyle harabiyete uğratılmış olsa da dünya harikası bir yerdir. En azından benim için öyle.
          Artık havaalanından bir çıkalım, çok oyalandık. İlk durağımız meydan. Ok meydanı mı, Kızılay meydanı mı demeyin. Meydan işte. Çok merak ediyorsanız resmi adı Taksim ama bunu bilen insan sayısı o kadar azdır ki eğer birine "Taksime gitmek istiyorum" derseniz "İstanbul otobüsleri Değirmendere'deki terminalden kalkıyor." cevabını alırsınız. Meydana gitmek için havalanından anayola çıkıp geçen ilk dolmuşa binmeniz yeterlidir. Biraz eğlenmek, Trabzon'u yaşamak istiyorsanız size tavsiyem kulağınızdaki o kulaklığı çıkartmanız olacaktır. Konuşmaların basit Karadeniz dizilerinde yapılan saçma şiveden ne kadar farklı olduğunu, insanların kültürlerine ne kadar bağlı olduklarını bir dolmuş mesafesinde anlayabilirsiniz. Kimse kibar konuşmak için çabalamaz. Bunun günlük hayatta hiçbir faydası yoktur Trabzon'da. Hatta yanınızdaki teyze sizin yabancı olduğunuzu anlarsa sorguya çekebilir. Korkmayın ve dediklerini ilk seferde anlamaya çalışın. Biraz sor olsa da teyzeyi "anlamadım?" diyerek sinirlendirmek istemeyiz.
            Meydan'a geldik. Burada ne mi var? Meydan parkı ilk durak. Ankara'daki Güvenpark boyutlarında
ama itiraf etmeliyim daha güzel ortamı olan size göre sıradan, benim için anılarla dolu park. Meydan parkının içinden yürüyünce Uzun Sokağa çıkarsınız. Meydan birbirine paralel üç sokaktan oluşmuştur. En üstte Uzun Sokak, bir altı Maraş caddesi, en altta da Kunduracılar. Kunduracıları takip ederek Moloz'a sahile ulaşabilirsiniz. Buradan ilçelere giden dolmuşlar kalkar. Ama biz bugün merkezde kalacağız. Uzun Sokakta başlayan meydan turumuzda görmemiz gereken ilk şey Uzun Sokak apacileridir. Ankara'nın doğal bitki örütüsü nasıl travesti kartlarıysa, Trabzon'unki de bu apaciciklerdir. Bunları iyi gözlemleyin. O kadar şehir gezdim, gerek kıyafet, gerek davranış gerekse tarz bakımından bunlar gibisi dünya üzerinde yoktur. Adamlarda bir hava var sanki hepsi Nasa'da çalışıyor, uzayda yürüyorlar. Neyse.. Uzun'u boydan boya gittikten sonra köşedeki mavinin önünden iki seçeneğiniz vardır ya Maraş caddesine geçersiniz ya da amele dönüşü yapıp(klasik bir Trabzonlu gibi) uzunu bir daha yürüyebilirsiniz. Maraş caddesi uzun sokağa göre daha resmi bir yerdir. Araba trafiğine açıktır. Bol banka ve iş merkezi vardır. Burayı da boydan boya geçtikten sonra köşeden bir alt sokağa yani Kunduracılara geçeriz. Burada'da bol mağaza bulunmaktadır. Bu sokağı takiben aşağı sahile inilir. Aşağı sahilde Forum arabaları vardır. Forum sıradan bir AVM olmasına rağmen bizim için önemi büyüktür. Ama benim size tavsiyem sol tarafa doğru Faroz yönünde yürümenizdir. Deniz kıyısına yeni yapılan balıkçılardan bir balık ekmek yemeniz ve kayalıklarda oturmanızdır. Benim Trabzon'da en huzurlu olduğum yer burası. Zaten öyle bir ortamda insan ne kadar mutsuz olabilir ki? Tüm derdi sıkıntıyı unutun. Harika bir yerdesiniz.
 
          Yok ben balık ekmekle doymam bir Akçaabat köfte yiyeyim diyorsanız, sahilden atlayın bir Akçaabat arabasına. Nihat Usta, Şato, Cemil Usta, Saray favori mekanlardır. Herhangi birini seçebilirsiniz. Pişman olmayacağınıza eminim.
            Yemeği de yedik bir çay içelim artık değil mi? Gerisin geri merkeze dönüyoruz. Meydandan bir Boztepe dolmuşuna atlıyoruz. Hava kararmaya yakın. Çıkıyoruz Boztepe'ye. Bir açık hava cafede oturuyoruz. Bir semaver de çay. Yanımıza da bir arkadaş gelirse... Çekirdek de çitleyelim harika Trabzon manzarasında...
           Trabzon'da harika bir gün geçirdik değil mi? Ne kadar şikayet etsem de, 10 günden sonra kabak tadı verse de burası benim sevgili memleketim. Kafam atınca atlayıp geldiğim yer. Hiç bir denize değişilmez, derdi tasayı alıp giden Karadeniz... Öyle bir memleket ki benim ki ne olursa olsun "İyi ki Trabzonluyum" dedirtiyor. Mutlu günler:)
     

 

Bir Garip Doktor Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea