27 Mayıs 2017 Cumartesi

Eskisini Getir, Yenisini Götür

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 21:18 1 yorum
            Mezuniyet tarihimizi bir hafta öne çektiler. An itibariyle bir aydan az süre sonra öğrencilik hayatım bitiyor. Hazır mıyım? Çalışmaya, iş hayatının sorumluluklarına, evlenmeye, çocuk sahibi olmaya, yüzümdeki kırışıklıklara... Cık, hiç sanmıyorum. Daha dün şu sınav geçsin partilere akalım diyordum. Gerçi hala diyorum da aldığım zevk aynı olmuyor ki. İstediğim kadar 17 yaşımda hissedeyim, belli ki o zamanda bu zamana çok şeyler değişmiş. İşte 7 yılda bende değişenler...
1. Eski Hazan kızıl saçlıydı ve "insanlar neden sarışın olur ki?" derdi. Yeni Hazan sarışın.
2. Eski Hazan sık sık "asla" derdi ve bunu büyük bir gururla söylerdi.  Çok sevdiği, yıkılmaz sandığı duvarları vardı. Yeni Hazan tükürdüğünü yalama, başkasında eleştirdiğini kendisi yapma konularında oscara aday gösterilince "asla" demekten vazgeçti.
3. Eski Hazan hunharca, acımadan eleştirirdi. Siyah ve beyaza inanırdı. Eğer onun tabularına aykırı hareket ettiyseniz siyahtınız ve onun hayatında yeriniz yoktu. Yeni Hazan dünyadaki en gri şeyin kendisi olduğunu gördüğünden beri her hatayı affediyor.
4. Eski Hazan ruj sürünce makyaj yaptığını zannederdi, yeni Hazan fondöten, eyeliner, ruj ve kaş farını makyajdan saymaz. Aydınlatıcı, kapatıcı sürmeden makyaj olmaz ki! Fondöten doğal bir kere!
5. Eski Hazan kendisini çok güçlü zannederdi. Bu yüzden cesurdu. Yeni Hazan o
kadar çok kırılıp yapıştı ki anlamsız cesaretin çok da gerekli bir şey olmadığının farkında.
6. Eski Hazan sevginin gücüne inanırdı. İki insan birbirini seviyorsa ohooooo. Aşılmayacak dağ, geçilmeyecek dere yoktu. Yeni Hazan sevginin dağ açmak için kürek, dere geçmek için köprü olmayacağının farkında. Sevgi insan ilişkilerinde başlatıcı faktör olabilir ancak sonrasında ilişkiyi sürdürme konusunda çok gerilere düştüğü kesin.
7. Eski Hazan yürürdü. Her yere yürürdü. Yeni Hazan utanmasa tuvalete arabayla gidecek.
8. Eski Hazan düşünürdü. Üç gün sonrayı, beş yıl sonrayı... Hayaller kurar mutlu olurdu. Yeni Hazan o düşünse de düşünmese de hayatın onun için planları olduğunun farkında. Bu yüzden anı yaşıyor. Hayal de kurmuyor. Bekletiye girmedikçe hiç üzülmüyor.
9. Eski Hazan insanları kazanmaya çalışrdı. Yeni Hazan hayatında kalması gereken kişinin kovsa da gitmeyeceğinin bilincinde. Bu yüzden insanlar için çaba göstermiyor. Gidene by by gelene hay hay. (Ruhumdaki kamyon şöförü devreye girdi)
10. Eski Hazan koministti, yeni Hazan hunharca kapitalist. Yaşasın zenginler ve michael korse çantalar...
11. Eski Hazan rengarenk giyinirdi, kol çantası takmazdı, pazardan alışveriş yapardı. Yeni Hazan topuklu ayakkabılarıyla aşk yaşayan bir avm kızı.
12. Eski Hazan inanırdı. Herkesin anlattığına inanırdı. "Bir palyaço neden yalan söylesin ki? Ben palyaço olsam söylemezdim. Marangoz olsaydım da söylemezdim. Ben insan olsaydım yalan söylemezdim." Yeni Hazan herkesin kendi doğrusu olduğunun farkında. Sen anlat, ben dinliyorum...
13. Eski Hazan başkalarının mutluluğuyla mutlu olurdu. Yeni Hazan başkalarının mutsuzluğuyla haline şükrediyor.
14. Eski Hazan aşka inanmazdı. Yeni Hazan dünyayı aşkın kurtaracağının ama ömrünün dünyayı kurtarmaya yetmediğini düşünüyor.
15. Eski Hazan pop dinlemezdi. "İki günlük ömrü olan şarkı şarkı değildir" derdi. Yeni Hazan onu eğlendiren her şeyi dinler. Üç günlük dünyada iki günlük şarkı da olur. Çok da sanat kasmaya gerek yok.
16. Eski Hazan hırslıydı. Kafasına bir şeyi kor, onun için gece gündüz uğraşırdı.
Yeni Hazan "amaaaaaan" diyor.
17. Eski Hazan kendisini çok da önemsemezdi. Yeni Hazan çok sayıda insanın ıq düzeyinin tek haneli olduğunu fark ettiğinden beri geceleri egosuna sarılıp uyuyor.
18. Eski Hazan insanların değişeceğine, insanları değiştirebileceğine inanırdı. Yeni Hazan hiç kimsenin biri için değişmeyeceğinin bilincinde. Kimseyi değiştirmek için çaba göstermiyor. Varsa hazır yontulmuşu alıyor, yoksa kimseyi keresteden heykel yapmaya uğraşmıyor.
19. Eski Hazan başarınca mutlu olurdu, yeni Hazan mutlu olmak için başarıyor. (Çoğunlukla başaramıyor olsa da)
20. Eski Hazan karşılaştığı bir olay karşısında en kötü senaryoyu kafasında kurar, buna bağlı kendini harap ederdi. Yeni Hazan mı? Olay da sen de... Hadi gel bir çay içelim.

19 Mayıs 2017 Cuma

Mezuniyet Kınası

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 00:14 0 yorum
         "2 yıllık üniversite okuyanla benim kepim bir mi?" derdi Aysun Kayacı benim yerimde olsa. Köydeki çobanla kendi oyunu kıyasladığında tüm Türkiye bir olup yerden yere vurmuştu kadını. O zaman da anlamamıştım, kadının dediğini anlamayacak kadar gerizekalı mı bu toplum yoksa salağa yatıp prim yapalım modunda mı diye. Tam ikinci şık doğrusu diyeceğim bu sefer de aklıma Aziz Nesin geliyor. 1982den beri tartışılan "Türklerin yüzde 60ı aptaldır" sözü... Bence adam gayet optimistik yaklaşmış olaya. Gerçi yüzde 60ı aptal demek kalan yüzde 40ı zekidir anlamına gelmiyor. Eminim öyle olsa her yıl televizyonda "ağzı çalkalamak orucu bozar mı?" sorusu zirilyon kez tartışılmazdı. (Ramazan is coming)
         Çevremdeki herkes bu sene mezun oluyor gibi hissediyorum. Boy boy fotoğraflar, törenler, balolar... Her şeyin bokunu çıkarma konusunda benimle yarışan canım ülkemde gün geçmiyor ki yeni bir adet pörtlemesin. Mezuniyet kınası nedir arkadaş? Hadi pikniği anladım. İşte son son arkadaşlarla bi ip atlayalım, top oynayalım. Bu kınayı kim çıkarttı? Biz üniversite okuduk ( okuduğu bölüm evde koca bekleme garantili) o yüzden evlenemedik ( kaçıyor çünkü gelinlik) bari mezun olurken yakalım kınayı mı diyorlar? Yalnız eğer o iki yıllık okul için eline yakıyorsa kınayı ben yedi yılım için tüm vücudumu kaplatırım, buraya yazıyorum.
         "Bitti mi, inanmıyorum, zor oldu ama bitti sonunda!" Yahu bir git. Haftada üç gün dersin vardı onun da iki gününe imza attırdın. "Ay vizem, aman finalim" dedin dizini kırıp iki gün çalışmadın. "Ama bizim bölüm çok zooooor" dedin gözünü ayıra ayıra binumum partilerden, gezmelerden geri kalmadın. Şimdi durmuş "bitti mi inanmıyorum" diyorsun. E gezmekten tozmaktan okula gitme fırsatı bulamadıysan inanmazsın tabi. Zordur idrakı şimdi senin için.
          "Ben hayatta tıp okuyamazdım, o ne öyle ömrün çalışmakla geçiyor." Güzel yavrucum, ruhu sarışınım zaten okuyabilecek durumda olsan okuyor olurdun. Sen neden okuyamıyorsun da ben okuyabiliyorum önce bir düşünmen lazım. Hayır sanki tıp oku diye herkese yalvarmışlar da onlar beğenmemiş en son bana kalmış gibi hissediyorum. Napalım biz çükibios üniversitesinin fıkıtımetri bölümünü kazanamadık, Hacettepe'de tıp vardı buraya geldik. Siz gezdiniz, biz ders çalıştık. Sonra siz iş bulmak için gezdiniz, biz bu sefer hastanede çalıştık. Sonra siz iş buldunuz, bu sefer de "doktorlar çok maaş alıyor, her yurt dışında geziyor" dediniz. İşte sen okuyamazdın, o kadar çalışmaya dayanamazdın, beğenmedin, bana kaldı. Şimdi nedendir bu isyanın?
          Yine dolmuş dolmuş içime atmışım. Yazdım, oh, az da olsa rahatladım. Hadi durmayın günde onbeş yirmi fotoğraf atın. Mezun olun hadi. Yakın kınaları yak yak. Bizim mezun olmaya bile zamanımız yok. Mutlu günler...

16 Mayıs 2017 Salı

Ama...

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 23:36 0 yorum
         Çalkantılı ilişkiler içinde bir oraya bir buraya savruluyorum. Sanki bir satranç oyunundayım ama karşımda o kadar çok kişi var ki... Ben bir hamle yapınca karşı taraf beş hamle birden yapıyor. Ben asla o kadar adım sonrasını hesap edemiyorum. Oyunu bozup kalkıp gitmeyi de beceremiyorum. Kuralları kim belirliyor bilmiyorum ama benim lehime olmadığı kesin. Ve işin en kötü yanı bu çirkin oyun hiç bitmiyor. Kişiler, karakterler değişiyor ama ben hep masanın bir tarafında oturmaya devam ediyorum.
         Rakiplerimin çoğu hırsla oturuyor karşıma. Bu bir oyun, eğlenelim diyen de var. Ama gerekli ciddiyeti gösterip aynı zamanda bunun bir oyun olduğunun farkında olan bir bilemedin iki kişi... Onlar da diğerlerinin arasında eriyip gidiyor. Ve ben artık çok sıkıldım. Masayı da taşları da rakipleri de yakmak istiyorum. Her cümlemin sonunda gelen "ama"yı buraya da ekleyeyim. Ama vicdanım en ufak sivriliğimde bas bas bağırıyor.
         Ama bu aralar hayatım çok "ama"...

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Sular Kesildi, Çalışamadım Hocam!

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 21:14 0 yorum
          Eveeeettt klişeleşmiş bir yalanı daha gerçeğe çevirmeyi başardım, durmayın tebrik edin. Siz yıllar boyu hocayı trollemek için "sular kesikti, çalışamadım hocam" deyim tüm sınıfı kahkahaya boğmadınız mı? İşte tamam, ben de gerçek yaptım. Durmayın itfaiyeyi arayın. Gelsin şu evimin üç ağzına, üç burnuna su versin. Başka türlü olmayacak bu.
           Beyin cerrahiyi üç "hayır"la uğurladıktan sonra kadın doğuma başladım. Hacettepenin en ponçik bölümünde olmanın huzuru içinde "tus da çalışmaya başlayayım bari!" dedim. Bugün hastaneden çıktım. Yemeği zaman kaybı olmasın diye dışarda yedim. Adeta koşarak eve geldim. Geleli henüz 10dakika oldu olmadı çalışan çamaşır makinası çat dedi durdu. Bi baktım su bitmiş. Bu lanet kartlı sistem zımbırtısı var bizde. Karta su yüklüyorsun, yüklediğin kadar kullanıyorsun. Neyse, bi koşu gittim kartı taktım. Kafamda hala plan program... "Yarın gündüz boşum gece nöbetçiyim, şimdi bi duş alır otururum derse yarın öğlene kadar bir güzel çalışırım" dememle birlikte hayat bana hareket çekti. Kartı taktım, su yok. Aradım aski'yi(ankara su ve kanalizasyon idaresi bokunda boğulursun umarım) (yine çok minnoşum) ve hayatımın en tuhaf telefon konuşmalarından birini yaşadım.
          Telefonda uzunca bir süre bekledikten sonra karşıma çıkan beyefendiye durumu bir güzel açıkladım. Ben adamdan suyumu açmasını beklerken adamın açıklamaları karşısında gülme krizine girdim.
-Sizin sayaç sisteme kayıtlı değil.
+Neden?
-Sizin sayaç değişmiş çinkü.
+O neden?
-Bozulmuş çünkü!
+Evde yaşayan benim, bozulmadı!
-Yok siz fark etmemişsiniz bozulmuş (o nasıl oluyorsa)
+Eee yani?
-Yani ASKİ'ye gitmeniz lazım.
+Bunu neden mesai saatleri içinde söylemediniz? Aski şuan kapalı ve benim suyum yok!
-Ama sizin ASKİye gitmeyi TAHMİN ETMENİZ GEREKİRDİ!
             Evet suçlu benim. Çalışan sayacımı bana haber vermeden değiştiren Askinin hiç suçu yok. Ben müneccim boku yediğim için benim askiye gitmem gerekirdi. Sanırım olay şöyle gerçekleşti: Bir gün ofiste oturan Aski çalışanları "evet hissediyorum, Hazan'ın evinin su sayacı bozuldu" dediler ve gelip benim sayacı değiştirdiler. Benim de bu durumda "evet hissediyorum bugün ASKİ'ye gitmem lazım" demem gerekirdi ama affedin, diyemedim...
           Ve sonuç: Aldım eşyaları Yumuk'un banyosuna çadır kurmaya geldim. Tahminlerime göre yarın nöbete kadar ki kısmı da Aski'de saçma salak uğraşarak geçireceğim. (Tahmin yeteneğim sanıldığı kadar kötü değilmiş) Bu evde yaşadığım milyon saçmalıktan birisi. Bir ara su basmıştı, bir ara doğal gazımızı kestiler,  2335422milyon kez gayet güzel çalışan kombimizi "belediye kuralı" diyerek söküp söküp taktılar. Arayın itfaiyeyi artık. Tazyikli suyla yıkasın şu evi...

1 Mayıs 2017 Pazartesi

İşte Benim Tıp Hayatım

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 23:27 1 yorum
             Batarken güneş ardından hacettepenin, 2 ay kaldı intoşların veda vaktinin...(kafiyeyi uyduracağım diye anlatım bozukluğunu ağlattım) Beyin cerrahinin son nöbeti, kadın doğum ve acil... Başladığım acilde bitiriyor olmak da ayrı bir dram katıyor olaya. 12 ayda ne kadar çok şeyin değiştiğinin kanıtı adeta. İntoşluğa ilk başladığım gün dün gibi olsa da "çalışma hayatı insanı olgunlaştırıyor" klişesine bir tık benden.
             Beyin cerrahi son nöbetimde üniversite hayatımı şöyle bir gözden geçirmek istedim. 7 yıl önce bu okulun kapısında annesiyle babasıyla vedalaşıp, onlar ağlarken Ankara'yla "birbirimizi üzmeyelim" tarzı bir anlaşmayı gülerek yapan 17 yaşındaki kızdan geriye çok az şey kaldı. Cümlenin acıklı olduğuna bakmayın ruhumdaki küçük arabesk parçasının ara ara devreye girmesinden kaynaklı. Evet başlıyorum:
Hazırlık: "Kıza bak trafik lambası gibi..." İşte o kız benim. Kırmızı mont, turuncu çoraplar, yeşil ayakkabılar, kocaman küpeler... Manik Hazan'ın istilasına uğramış haldeyim. Günde 3 saat ders
sonrası tam olarak itlik serserilik. Liseyi yatılı okumuş bir de üstüne üniversiteye giriş sınavında derece yapacak kadar ders çalışmış bir insanı bu kadar boş bırakmak mantıklı mı? Henüz hazırlığın ilk günüydü Yamuk'la tanıştım. O zaman Yumuktu gerçi. Yamuk olmayı 5.senenin sonunda hak etti. 7 yıllık serüvenimin en yakın takipçisi... Gerçekten, dışarıda ders çalışmaktan, hırstan, nadiren izlenilen tv dizilerinden farklı bir dünya olduğunu keşfettiğim yıldı hazırlık. Yumukla rastgele bir otobüse binip, canımızın istediği durakta inip yeni yerler keşfetmeye çalışırdık. 18 yaşıma girdiğim gün de yanımda o vardı. Kızılaya gidip "ilk müzik duyduğumuz yere gireceğiz" diyerek soluğu Maydonoz'da almıştık. Başlarda olayı biraz abartarak haftanın 7 gününün 6'sını orada geçirmiş olabiliriz ama sonrasında bir düzen oturtmuştuk. Geçen sene kapandığı güne kadar da yuva sıcaklığı vermişti bize. (Bu noktada hüzünlendim)
           E gezdik tozduk. O kadar eğlendik derken hazırlık ne oldu? Bütünleme tabi ki! Hayatımdaki ilk başarısızlığım sayılabilirdi sanırım. Yaz okulunda deniz görmeden harcadığım koca bir yaz... Bu yazın tek güzel yanı evime kavuşmak olmuştu. "7 yıl üniversite okuyacağım bir evim olmasın mı?" diyerek ev bakmaya çıkmıştık. İlk baktığım evdi. Kapıdan girdiğim anda "tamam" demiştim. Sonrasında ev sahibi satmaktan vazgeçse de ben Ankaradaki binumum boş evleri gezmek zorunda kalsam da sonuçta o ev benim oldu.
Dönem 1: Oryantasyon haftasının 2.günü annemi arayıp "bu tıp çok kolay ya!" dediğim ana gitsem tüm terbiyemi bozarak kendime  hareket çekerdim. Adı üstünde değil mi? Oryantasyon. Adamlar laboratuarın yerini gösteriyor, ben oradan açık öğretimden bir şey daha mı okusam diye düşünüyorum. Tıp çok kolay ya!
            Hazırlık okumayanların ürkek kuşlar gibi birbiriyle tanışmaya çalıştıkları günlerde biz hazırlık tayfası olarak "nerede mangal yaksak?" modundaydık. Hacettepede sanırım öğrenciyi ürkütmemek adına 1.sınıf oldukça kolaydır. Girdiğim ilk komiteden (Hacettepede sınavlar komite şeklinde olur. Öğrendiğin bütün derslerin test sorularının olduğu ÖSS, YGS tarzı bir sınav) 75 üstü alınca kendimi ödüllendirmek adına saçlarımı kızıla boyatmıştım.
           Hazırlıkta temelini attığım arkadaşlıklarımı pekiştirdiğim ( bu insanlardan bazıları hala hayatımın temel taşlarıdır), dersle çok da alakamın olmadığı, Yumukla maydonozdaki mesaimize devam edip, bol bol gezdiğim bir yıldı kısaca dönem 1.
Dönem 2: Anatomi=bir ben var benden içeri. Yıllarca yaşadığım bedenimin her bir noktasının latince birbirinden güzel isimlerinin olduğunu öğrendiğim yıl 2.sınıftır. Hala liseden gelen öğrenme aşkının son demlerini içimde canlı tuttuğum bir zaman dilimindeymişiz ki eve gelip hunharca ders çalıştığımı hatırlıyorum.
         Dönem 1in sonlarında tanıştığım bir çift de yumukla olan beraberliğimize katılmışlardı. 4 kişilik aile gibiydik. İnanmazsınız evde ıspanak, kuru fasülye pişiyordu. Cam, koltuk siliniyordu. Bulaşıkları kimin yıkayacağına 4saat pis yedili oynayarak karar veriyorduk. Yumukla ben yaramaz çocuklar olarak dışarıyı da çok ihmal etmiyorduk. Bazen benim arkadaşlarımla bazen başbaşa mekan mekan geziyorduk. Anatomiden vakit kalan sürelerde tabi ki.
           Hem bir aile sıcaklığı hem de öğrenci hayatını birlikte yaşadığım not ortalamamın 79 olduğu, ders çalışmayı iş değil eğlence gördüğüm son yıldı dönem 2.
Dönem 3: Oradan bana korku filmlerinde gerim gerim gerip sonunda çığlık attıran bir müzik açsanıza. Hayatımın dönüm noktasına geldik de! Kurduğum tüm düzenin yıkıldığı, "vay be insanlar bunu da mı yaparmış" dediğim, bazı zamanlarda Küçük Emrah!tan bile daha çok yıkıldığım yıl da dönem 3!tür. İlk iki seneyi 80!e yakın ortalamayla geçen ben dönem 3 finalini 59,8!le geçmeyi başardım. Aradaki uçurumu siz düşünün.
            Yaz tatilinde bavulumu toplayıp Londra'ya gitmemle başladı her şey. Kalbim ilk kez orada "pırrr" etti( kanatlarını yolmamak büyük hataydı). 6 haftada hayatımda bir çok ilki yaşayarak döndüm Türkiyeye. Dönüşümden çok kısa süre sonra 2.sınıftayken aile saadeti yaşadığım çiftle aramız bozuldu. Bir gün bizim evde ıspanak pişmez oldu. (Aramızın bozulmasında tamamen suçsuzum. Kendilerine buradan tüm kalbimle mutluluklar) Yumuk da kendi özel hayatının derinliklerinde kaybolup gitmişti. Bu durumda bana düşen de kendi özel hayatımı oluşturmaktı. Ama inanın 21 yaşına kadar hiçbir özeli olmamış bir insan için oldukça çetrefilli işler. Sonuçta elime yüzüme bulaştırdım. 2014 yılbaşında "aksiyon" istemiştim. Aksiyonun boku çıktı hayatımda. Aşk, ihtiras, tutku, öfke, kavga... Ne ararsan. En yakın arkadaşlarım dediğim insanların hain saldırıları...(ama acıklı)
          Büyüme grafiğimi çizecek dönem 3 yılını dik veya dike yakın olarak gösterirdim. Keşke hiç bu şekilde bir büyüme yaşamasaydım. Pembe camlı gözlüklerim bir anda paramparça
 olmuştu. Hayat kuşlar ve çiçeklerden ibaret değilmiş, anlamış oldum. Hayatın güzelce dayağını yediğim, Yıldız Tilbe ve Müslüm Gürsesle bir de ruhumdaki arabeskle tanıştığım, hayatı çooook mutlu ile çooook mutsuz arasında yaşadığım yıl da dönem 3tür.
Dönem 4: Fırtına sonrası sessizlik... Esip gürleyip söndüğüm hatta gereksiz yere fazla söndüğüm yıl.
Tam bir duraklama dönemi.. 3'ten 4'e geçerkenki yazda ilk kez gittiğim Malta'da bir ayda eğlenmenin bokunu çıkarttığımdan mıdır bilinmez okul başladığı anda sakin bir Hazan vardı. Okul konusuna gelirsek kliniğe yeni başlamanın, ilk kez hasta görmenin verdiği ufak heyecan... Komitelerden sözlülere geçiş. Hayal edin. 3 tane prof veya doç karşınıza oturuyor, hayatlarını adadıkları bölümle ilgili sorular soruyor. Bir bilsen iki bilemiyosun üçüncüyüz zaten heyecandan unutuyorsun. Bir de hacettepede dönem 4'te 4 büyük staj kavramı vardır. Dahiliye, pediatri, kadın doğum, genel cerrahi... Hadi kadın doğum diğerlerine göre daha rahat, cerrahi de çok bakmaz bilgine. "Pratisyen olcaksın oğlum, cerrah mısın sanki?" Çok da mantıklı bir düşünce. Ama gelelim pediatriyle dahiliyeye... Ben diyeyim okyanus, sen de sahildeki kum taneleri... Öylesine uçsuz bucaksız. Zaten bu sözlülere girmeden önce "konuyu istediğim bölüme nasıl getiririm?" çalışmaları olur insanın beyninde. Eğer az çalıştığın veya üzerinde durmadığın bir konuya atlama gafletinde bulunursan sen o sınavın üstüne bir bardak soğuk su iç. E bir de juri faktörü var. Ben hayatım boyunca juriden yana şanslıydım. Ama bir de şansız olan grup var. Kalmak zaten garanti bir de üstüne hunharca yediğin azar... Odadan
kovulmalar, hakaretler.. Bir yerde haklılar. İnsan canı bu. Mükemmeli yetiştirmeye çalışıyorlar. Gel gör ki bizim öğrenci "geçeyim de gerisi boş" modundadır ve o mükemmellik sınavda giyeceğin beyaz önlüğün yakasından görünecek boyutta kıyafeti ütülemek düzeyindedir.
           Evde dizini kırıp oturmanın ne kadar bana göre bir şey olmadığını anladığım, bu yüzdendir ki son kadın doğum stajında ufak ufak gezmelere tozmalara yeniden başladığım, kendimi Hacettepe tıp için çok önemli olduğumu zanettiğim yıldır dönem 4.
Dönem 5: 4.sınıfın sonlarına doğru bu dinginlik ve huzur durumunun bana göre olmadığını anlamaya başlamıştım. Bu aydınlanma durumuyla birlikte kendime yeni bir çevre edinme girişimlerim günler içinde sonuç vermişti. Yazın yeterince tatil yapmış ve seneye yeni arkadaşlarımla hızlı bir giriş yapmıştım derken korkunç bir gerçekle burun buruna geldim: "dershane" Tus gerçeğiyle ilk kez burun buruna geldiğim yıl dönem 5'tir. "Eee nasıl olacak bu işler?" derken ilahi güçler midir bilinmez bir tarafıma motor takılmış gibi enerji patlaması yaşadım. Hafta içi okul, iki haftada bir olan sözlüler, haftasonu dershane demeden geceleri de hunharca eğlendim.Gündüzler Hacettepenin, geceler benim oldu. Şimdi bakınca nasıl o kadar şeyi bir arada yürüttüm bilmiyorum ama başardım. Hem sosyal hayat hem dersler birlikte yürüyebiliyormuş demek ki. E bu yazı da boş geçirmeyelim diyerek yaza da güzel bir Malta tatili ayarlamıştım ki daratatammm: Dermatolojiden bütünlemeye kaldım. Geçemezsem intörnlüğe 1 ay geç başlayacağım, arkadaşlarımdan ayrılacağım, cık olmaz. Tatili iptal edemem o kadar para verdim, parasını geçtim hayallerim yıkılır. Aldım dermatoloji kitaplarımı malta sahillerinde bir deniz bir güneş bir not diyerek, 15 gün Malta'da eğlenme rekorları kırarak döndüm. Bütünlemeyi doksan küsür puanla vererek bitirdim bu seneyi de.
           Sosyal hayatın başarıya engel olmadığı, yıldızların üstünde dans edip, kuş gibi hafifleyerek sandalyelere çıkarak(!) bitirdiğim yıldır dönem 5.
Dönem 6: Namı değer "intörnlük" Aklıma ilk gelen şeyin "şişeler" olması... Bana intörnlüğünde öyle
arkadaşlar edineceksin, öyle bir grubun olacak ki beraber klip çekeceksiniz, halay çekeceksiniz, en kötü anınızı paylaşacaksınız deseler "hadi be oradan" derdim. Dedirtmediler. Sayın dekana rastgele bir araya getirdiği bu insanlar için plaket vermek istiyorum. İntörnlük amelelik. Bu konuda netiz. Diğer yazılarımdan bu konunun derinliklerine ulaşabilirsiniz. Verdiğimiz psikolojik bir savaş. Hocası ayrı, asistanı ayrı, postası ayrı, tus belası ayrı... Biz ne yaptık? Tus her zaman kazanılır. Bir daha bu an yaşanılmaz diyerek başladık çalıp söylemeye. Pişman mıyım? Asla. Yeni bir ailem oldu. Mecaz değil bu, gerçek. Yeri geldi nöbetlerde 36 saat beraber olduk yeri geldi  birbirimize iş yıktık, bazen birbirimizin omuzunda ağladık ve çoğunlukla beraber güldük. En kötü anlarımızda birbirimize kahkaha attırmayı başardık. O kadar kısa sürede o kadar çok zaman geçirdik ki başımıza gelen olayı ailelerimize değil "şişeler"e anlatmaya başladık. "Bu kadar işin arasında ne kadar eğlenilir?" sorusunun cevabı şişeler kadardır. İnanmayan youtube'da kliplerimizi izleyebilir.  (https://www.youtube.com/watch?v=5z-U7_OQy-M)
          Kendimizi hastanın gaitasından daha gaita hissettiğimiz anlarda bile gülmeyi, eğlenmeyi asla elden bırakmadığımız yıl da dönem 6'dır.

          Tahmin ettiğimden çok daha uzun bir yazı oldu. Okumaya sabrınız yettiyse büyük başarı. Ama benim daha yazmadığım o kadar çok şey var ki... Dile kolay 7 koca yıl. Benim çocukluğum, gençliğim, hayatımın en güzel ve en kötü anılarını barındıran 7 yıl. Bu süre boyunca veya bir noktasından sonra hayatıma giren mükemmel insanlar için hallelujah! Umarım sizin de benimki kadar eğlenceli bir üniversite hayatınız olmuştur veya olacaktır. Anı yaşamak önemli. Mutlu günler:)
 

Bir Garip Doktor Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea