22 Mart 2017 Çarşamba

EGOİST

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 15:59 0 yorum
           Bu sıralar yazılarım çok baltalandı farkında mısınız? "Doğru söylüyorsun ama yazma, herkes bilmesin" diyerek aba altından sopa göstermeler mi dersin, "yazdıkların beni çok kırdı" diyenler mi dersin... Hacı yalnız ben o yazıyı yazmışsam bana gökten inmedi. Demek ki siz benim kalbimi sote yapıp akşam yemeğinde ailecek yemişsiniz ki ben yazacak kıvama gelmişim. Tabi ki bu kimin umrunda? Yazan Hazan olunca suçlu da o oluyor. Zaten kendimi bildim bileli burnum boktan çıkmıyorsa sebebi dilim, dilimin yetmediği yerde kalemim. Neyse kendimi Seda Sayanın programında bi tane roman kız var ya onun gibi hissediyorum. İki adam arasında gidip gelip (ne var evlendirme programı izliyorsam) "aman Seda abla artıkım hiçbir şeyi kafama takmıycam. Çal da oynayalım" diyor ya aynen öyle. Çekilimez başka bu dünyanın derdi. Hadi çal da oynayalım. 
            Tamam şimdi konuya dönüyorum. Konumuz ego. Ankaradaki belediye otobüsleri olan değil, insanların bana "egoistsiiiiiiin" diye bağırdıkları ego. E şimdi konu ego olunca Sigmund Freud abimize mikrofon uzatmamak olmaz. Ne diyor Psikianalitik kuramın kurucusu Freud abimiz? Diyor ki "ego şahlanmış bir at üzerindeki şovalye gibidir. İd ile süperegonun isteklerini uzlaştırmaya çalışan hakemdir." İd, ego ve süperego beynimizin katmanlarıdır. İd kişiliğin en ilkel kısmısır. Bir nevi hayvani dürtülerimizdir. Yeme, içme, kaçma, cinsel haz gibi... Ego ise idleri gerçeklikle karşılaştıran bölümdür. Örneğin acıktığınız anda "hayır şimdi değil, uygun olunca yiyeceksin" diyen egodur. Ego benlik olgusudur. İd ile süperego arasında dengeyi sağlar. Süperegoya gelirsek ki her zaman yanlış anlaşılıp (tıpkı ben) afaroz edilen bölüm burasıdır.  Aslında süperego değer ve kurallar bölümü içinde insana yön veren bölümdür. Diğer bir deyişle vicdandır. Bir olayın doğru mu yanlış mı olduğuna karar veren bölümdür. Kısaca id haz arar, ego gerçekliği değerlendirir, süperego ise mükemmeliyetin peşindedir. Gördüğünüz gibi süperego hiç de düşündüğünüz gibi korkunç bir şey değil. Yani kimseyi çok vicdanlı olmakla suçlamayacağınızı düşünüyorum. 
            Yalnız burada ufak bir sorun ortaya çıkıyor. Kullandığımız "egoist" kelimesi aslında Freud abimizin tanımladığı egoyla hatta süperegoyla hiç uyuşmuyor. İşte bu noktada kelimenin "acun abi almanyadan geldim, arabesk rap yapıcam" diyen çocuğunki gibi yanlış Türkçeleştiğini anlıyoruz. Egoizm kelimesinin sözlük anlamına bakacak olursak "felsefese bencillik görüsüne inanan, kendi çıkarlarını diğer insanlarınkinden önde tutan kişi" demektir. Zavallı egoizm kelimesi asıl anlamı başka, sözcük anlamı başka, toplumda kullanılan anlamı ise bambaşka. "Egoist" olmakla suçlanan birisi olarak söyleyebilirim ki çevrenizde "kendini beğenmiş" olarak nitelendirdiğiniz herkesi egoist olmakla suçluyorsunuz. Yanlış kullanımını bir kenara bıraktım da kendini beğenmenin hatta kendini bilmenin kötü olan tarafı neresi? Nefret mi edelim kendimizden?
            Hiçbir zaman hayatta kendi çıkarlarımı başkasının önünde tutmadım, herhangi bir kuyrukta öne geçmedim kaldı ki önceliğim olduğu halde bile (sağlık çalışanı olmaktan ötürü) randevu alarak hastane işlerimi hallettim. Hacettepe tıp fakültesinde 6.senem. Okulumun bitmesine 3 ay var. Burayı kazanmak için  verdiğim emekten çok hiç takılmadan bitirebilmek için kendimi paralayışımdan da bahsetmeyeceğim. Şimdiye kadar hiçbir fırsat bana gökten gelmedi. Kafama koydum, çabaladım ve elde ettim. Elde ettiklerimle veya yaşamak için bile çaba göstermeyen insanların yanında, çabalarımdan ötürü kendimle gurur duyuyorum, kendimi seviyorum. Yani bir nevi babam kraldı ancak ben prensesliği babamdan ötürü değil kendim hak ettiğim için aldım ve ben prensesim demeken gocunmuyorum. Benimki kendini üstün görmek değil kendini bilmek.
             Evet sevgili okur. Anlayacağın üzere "anlaşılamamamdan" ötürü suçlamıyorum ve bu anlaşılamamazlık benden kaynaklı değil anlamak için çaba göstermeyenlerden dolayı. Hayatta hiçbir çabası ve emeği olmayan ve bu nedenle kendileriyle gurur duyacak faktörleri olmayan insanlar tarafından kendimi sevmekle suçlanıyorum. Hayatta bana ne kadar yakın insanlar olursa olsun hepsi bırakıp gidebilecekken her zaman benim yanımda olan KENDİMİ seviyorum. Size göre suçlu muyum? Hadi biraz cadı avlayın.

2 Mart 2017 Perşembe

İntern=amele

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 15:40 0 yorum
      Hacettepe tıpta son 5 ayım... 7 yılımı verdiğim, önce kazanmak için sonra da okumak için kendimi paraladığım okul bitiyor. Bitiyor bitmesine de...
        Üniversite sonuçlarının açıklandığı günü hatırlıyorum. Tebrik telefonları, mesajlar... Sonrasında özel üniversitelerden gelen teklifler. Reklam tabelalarında boy boy resimler... Bütün bunlar olurken insan kendini o kadar değerli hissediyor ki... Hacettepe tıp derkenki gururum ve karşıdaki insanların hayranlık dolu bakışları... Şimdi ise ne gururum kaldı,  ne de mesleğime karşı olan heyecanım. Çünkü bir intörn olarak bok kadar değerimiz yok. Kusura bakmayın sansürleyip b.k yazmayacağım çünkü ne hastalar ne hocalar bize ağızlarına geleni sayarken en ufak sansür kullanmıyorlar.
          İntörnlüğümün 7 ayında 24 yıllık hayatımda duymadığım kadar azar işittim. Bu azar hocadan veya asistandan gelince şükreder oldum. Çünkü inanın sizin okuduğunuz kitabın belki de onda birini okumamış bir postadan "ben laboratuvara iki kez gidemem. Şu kanları tek seferde alın." şeklinde bir cevap almak veya yemek dağıtan adamdan yemek istedin diye "off, poff" dinlemek gerçekten ağır geliyor. Hastanın teki "dangalak" diyor ve siz susmak zorundasınız. Şikayet etmek istediğiniz anda hocanız müdahale ediyor. Neden? Çünku vip hasta. Statüsüyle sizi de satın aldığını düşünüyor. Haksız da sayılmaz. Dedim ya bokuz biz çünkü.
           Asistanlar size istediği gibi mobing uygulayabilir. Sizi posta, hemşire, ayak işçisi olarak kullanabilir hatta ağzına geleni sayabilir ama sizin sesiniz çıkamaz. Neden biliyor musunuz? Çünkü şikayet ettiğiniz anda hayatınızı zindana çevirebilirler. Üstünüze nöbet sonrası gece 10da çıkmanız gerekecek kadar iş yaptırabilirler.
            İntörnün görevi nedir biliyor musunuz? Yani hacettepe tıpta en azından...
1.İntörn hemşirenin işi olan damar yolunu açar, gece saat 4 te uyanıp yine hemşirenin görevi olan, kanları alır. Sanki anamızın karnında kan almayı öğrenmişiz gibi, veya bize bunun eğitimi verilmiş gibi bazen kemoterapiden bazen şişmanlıktan damarları asla bulunmayan hastaların üzerine sürülür. Sonra "vay efendim intörn benim damarımı patlattı, kolumu deldi" diye binbir azara maruz kalır.
2.Alınan idrarları enjektörlerle kaplara aktarır, sonra onları taşır.
3.Yazıcı icat olmamışcasına veya hoca bilgisayar yazısını okuyamıyormuşcasına her gün 20 hastanın otuzdan fazla laboratuvar sonucunu kağıda yazar.
4.Hastayı elinde içinde ne olduğunu bilmediği bir acil durum çantasıyla tomografiye, mr'a götürür.
5.Hasta hikayesi alır. Aldığı hikayeyi bilgisayara yazıp hasta dosyasını hazırlar.
6.Hastanın randevularını alır. Daha doğrusu almak için saatlerce telefonun başında bekler, sekreterlerle kavga eder.
7.Hastaya ekg çektirmek için ekg yi en az 10 kere arar ve sonrasında ya on kez aradığı için ekgciden ya da ekg çekilemediği için asistandan azar işitir.
8. Üç güne bir 36 saat nöbet tutar. Nöbet esnasında "asistana sorsana şu hastaya ilacı verilecek mi?" şeklinde aracılık yapacağı şeyler için saat başı uyandırılır. İntörn asla hastaya ne yapılacağına kendi karar vermez. Her şeyi asistana sorar. Asistana direkt sormak nedendir bilinmez asistanlarla gün içinde gayet güzel muhabbet eden hemşirelere imkansız gelir.
9.Aslında hala öğrenci statüsünde olduğu için yüzde 20 olan devamsızlık hakkı yokmuş gibi davranılır. İntörn hasta olamaz, intörn fatura yatıramaz... Her Allahın günü o servise sabah ezanıyla girip akşamın bi saatinde çıkar, köle gibi her iş için kullanılır ve hakkı olan şeyler için bile boynunu büküp izin ister.
          Gerçekten bezdim artık. Doktorlukla uzaktan yakından alakası olmayan saçma sapan işlere sürülmekten, ucuz iş gücü olarak kullanılmaktan, her gün  sabah 7de gidip tek kelime öğrenmeden o hastaneden çıkmaktan bezdim. Şikayet edebileceğin bir yer bile yok. Yapılan toplantılarda yüzümüze gülümseyen hocalar sonrasında kimsenin yapmadığı veya yapmak istemediği her iş için asistanlara intörnleri kullanma hakkını vermekten çekinmiyorlar. Burası tus çalışma yeri değil, iş yapın diye bağıran yine aynı hocalar tus sonucunda "başarımız yüzde bilmem kaç, öğrencilerimizle gurur duyuyoruz" demekten geri durmuyorlar.
        Her şey bir yana benim gibi doktorluğu bu kadar çok seven bir insanı bile meslekten soğuttunuz ya... Kına yakın ellerinize(!) Ya da durun ben kınacıyı arayıp randevu alırım siz zahmet etmeyin.

 

Bir Garip Doktor Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea