29 Eylül 2011 Perşembe

Hiç HOŞBULMADIK Ankara!

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 17:20 0 yorum
           Bugün yaşadıklarım gerçek mi? bence ya biri bana kötü bi şaka yapıp sabrımı sınıyor ya da birilerinin (ankaraya gidiyorum diye hava attığım birileri olabilir) çok fena ahı tutuyor. sabahtan beri uzun zamandır yaşamadığım yorgunluk ve siniri yaşadım. benim keçiler kapıları zorluyor. anlatayım.
            dün akşam bindim otobüse. trabzondan ankaraya geliyorum. genetik olarak allerjik bir insanım ömrümün yarısı antihistaminik haplarla geçiyor. bu haplar yoğun uyku verir. Dedim yolda bi güzel uyurum işte. hapımı aldım yola çıktım. daha bir saat olmadan uykum geldi. 24 saattir yaşadığım en iyi olay şuydu ki yanım boştu. paşalar gibi çıkardım ayakkabıları uzattım bir güzel oh! kulağımda uyusunda büyüsünler felan çalınıyor. ilk bir iki saat iyiydi. sonra otobüs buz gibi oldu. ama ben ayılıp muavine diyemiyorum. arkadaki adam öğürüp duruyor. arkada baya telaş var ben kafamı kaldıramıyorum. sanırım uyuşturucu alanların yaşadığı bir şey bu. uçuyorum bildiğin yaşıyorum hissediyorum ama tepki yok. neyse bu yarı uykulu yarı uyanık halimle ulaştım ankaraya ama her zaman geç kalan otobüs ne hikmetse tam 1.5 saat erken vardı. plana göre (plan yapmayı bu yüzden sevmiyorum) arkadaşım benden önce varacaktı. o beni karşılayacaktı ama nerdeeee! indim otobüsten mecbur bi tane taşıyıcı amcaya dedim götür şu yüklerimi diye. amcaya dedim ki 'beni taksi duraklarının oraya götür' adam 50 metre yürümedi 'tamam' dedi burdan biniliyor taksiye. amcaya benim 5 lirayı o 2 adımlık yol için iç etti. adam gitti. ben tabi olayın bilincinde değilim. kafamı kaldırddım bi baktım ne taksi var ne bişe. amca beni öyle bir yere götürmüş ki mal gibi kaldım. biraz bekledim arkadaşım geldi. o akıllı tabi taksilerin kalktığı yere gitmiş. 'beni de 20 nolu kapıdan alın' dedim. geldi taksi. Allahım sen bu insanları bana sırayla mı gönderiyorsun? taksici bir söyleniyor ki sanki babasının hayrına götürüyor bizi. 'bu ne kadar bavulmuş' da 'sığmazmış' da biz amcaya bavullar çok olmasa metroyla 3 liraya gidebileceğimizi sırf bu yüzden taksiye bu kadar para baydığımızı anlatamadık.
           eve bin bir güçlükle geldikten sonra arkadaşım bavulları bıraktı ve hastaneye işini halletmeye gitti. bende bu sırada plan yapıyorum (bi daha da yapmam) bavulları yerleştiriyim, temizlik de yapıyım vs. buz dolabını bi açarım ki ne göreyim soğanlar çürümüş. buzdolabındaki soğan nasıl çürür insaf ya! leş gibi de kokuyor. 'dur şu dolabı sileyim' dedim. bezi ıslatcam musluğu bir açtım su yok. su burda kart sistemiyle. karta yüklüyorsun. ben giderken bu evin suları akıyordu. ne oldu şimdi? haydaaa! git bir daha kızılaya. düştüm yola. neyse hallattim döndüm. dönüşte de markete uğradım elim kolum dolu eve döndüm. bu sırada baktım posta kutum dolmuş. açarım ki ne göreyim. İHBARNAME! elektrik faturası 3 aydır ödenmediği için elektriğimi keseceklermiş. ama benim elektriğim otomatik ödemedeydi. gittim pttye doğruymuş. bir sinir annemi aradım. meğersem çok  akıllı banka memuru otomatik ödeme talimatını uygulamamış. bu sırada ben sinir krizlerindeyim pttnin önünde.
             tekrar geldim eve hazırlandım ve babamların bir arkadaşına düğün hediyelerini vermeye gitmek için yola çıktım. Allahım ev taaaaa nerde! bu sırada dikkatinizi çekerim hiç yemek yemedim. düştüm yola. sağolsun eşi karşıladı beni durakta. ben yorgunluktan açlığımın farkında değilim. kadın yemeği önüme koyunca yumuldum resmen kahvemi de içtim kalktım döndüm kızılaya. annem aradı eski borçlar ordan ödenmiyormuş ben burdan ödeyecekmişim. iyi bakalım çektim parayı geldim pttye fatura yok. neyle ödeyecem ben bunu? tekrar döndüm eve ara tara yok. en son şortumun cebinden çıktığında gülsemmi ağlasam mı bilemedim. çıktım ptt ye girdim. yorgun bir vaziyette faturayı veznedarın önüne koydum ve adam bana  'sistem bozuldu hiç bir işlem yapılmıyor' dediği anda başımdan aşağı kaynar sular üstüne buzlu sular döküldü. ordan çıktım iş bankasına gittim. erkek moda dergilerinden fırlamış gibi görünen baby face banka memuru liseli kızların aklını alacak bir edayla ' bizde fatura ödenmiyor' dedi. biliyoruz kardeşim sadece şansımı deniyordum.
           ordanda çıktım eve gelmek için karşıdan karşıya geçecem. ama yolu görmeniz lazım. bugün en az on kere geçtim ama her birinde 10ar dakika bekledim. ben öyle beklerken. iki adım ötede duran ve içinde kaybolmanın bebek işi olduğu üst geçidi yapan mühendisin nasıl bir fantazi içinde olduğunu düşünürken arkamda arabanın içinde olan ve kendini mahallenin bilgiçi sanan abi 'güzelim üst gecidi kullansana' dedi yapma ya! ben bunu nasıl da akıl edemedim. 'yorgunum' dedim kısaca içimden de 'tabi altında araban var tuvalete bile onla gidiyorsundur'(sadeleştirilmiştir) diyorum tam 5 dakika adamın ezici bakışları altında bekledikten sonra geçtim karşıya. evi bok götürmesine rağmen hemen bilgisayarı aldım ve yaşadıklarımı anlatmak istedim. bana ah eden şahsıyet tebrik et kendini artık! ben yaşayamadım ama size mutlu günler...

27 Eylül 2011 Salı

Çantamı Aldım Koluma, Çıktım Dallas Yoluna

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 23:56 0 yorum
          Uzun zamandır çok sinir olduğum ama bugün sinir olduğum şeyler konusunda birinciliğe oynayan bir mevzu var : bavul. Evet bildiğiniz bavul. Yarın memleketimden mi ayrılıyorum memleketime mi gidiyorum bilemedim ama  Ankara'ya dönüyorum. Bugün de doğal olarak eşyalarımı toplamaya başladım. En çok annemin sinir olduğu bir huyum var ki belli konularda kendini gösteren vurdumduymazlığım. Ama sadece belli konularda annem son güne bırakma diye o kadar dil döktü ama boşa. E bide 1 de uyanınca (beni "abla öldün mü?" diye uyandırmaya gelen kardeşimi "sabahın körü" diye azarlayıp gördüğüm kabusa devam etmişim)  iki ayağım bir pabuca pardon 24 numara bebek ayakkabısına girdi.  Bir gayret işlerimi halledip eşyalarımı yerleştirmeye başladım. Yalnız hiç dolapta durdukları gibi durmuyorlar. Bir bavulu üstüne oturup tepine tepine kapattıktan sonra arkamı bir döndüm ki ne göreyim: uzun zamandır aynı yerde durmanın verdiği rahatlıkla adeta "ben burada yohom" diye bağıran bir bavul dolusu eşya daha. O sırada gözümün önünden filim kareleri geçti ama bana ait değil. Dizi ve filmlere ait.
          Geçen bir dizide kız evi terk ediyor. Tüm kılını pırtısını (bence pılını pırtısını lafından daha güzel) topladı. Bavula koydu. Kız bavulu eline bir aldı. Arkadaş halterci gücü var herhalde kızda. Hayır hiç bir zorlanma belirtisi yok. Adeta 'çantamı aldım koluma çıktım Dallas yoluna' edasıyla gidiyor. Onu geçtim ben bir tatile 3 bavulla gidiyorum sen o kıç kadar bavula bütün varını yokunu nasıl sığdırıyorsun? Kız bavulu aldı. Paşalar gibi elinde bavul bir güzel de yürüyüş yaptı. Bende daha gittiğimde kimi çağırsam kime taşıtsam diye uykularımı kaçırıyorum. Yine başka bir filmde kadın elinde bir dikkatinizi çekerim sadece bir bavul bavul diğerinde olduğu gibi taşırken hiç bir güçlük belirtisi olamadan gidiyor dolaba yerleştiriyor. Biraz zaman sonra adam geliyor. O sırada dolabı görüyoruz aman tanrım o da ne? Dolap tıka basa elbise dolu. İşte o an yıkıldığım andır. Ya kardeşim sen nerenden çıkardın o kadar kıyafeti. Söyle biz de bilelim. Bu kadar uğraşmayalım toplamaydı, taşımaydı, yerleştirmeydi...
       Bak yerleştirme dedim de aklıma ne geldi: ütü. Bavulu üstünde bin bir şekle girerek kapattım da o içindeki kıyafetler ne oldu acaba? Keşke koyduğun gibi ütülü çıksa bavuldan. Aynı filmlerdeki gibi. Demin bahsettiğim filmdeki kadına sesleniyorum "Kardeş sen o kıyafetleri o göççücük bavula sığdırdın da ütülü nasıl çıkardın?" Benim gidince ütünün başında ömrüm tükenecek. Neyse bulaşık yıkamaktan iyidir. E onu da ben yapacağım ya neyse artık bilemiyorum yani.
          İşte böyle arkadaşlar bana yol gözüktü. Ne diyor şarkı? "Gidip de dönmemek var dönüp de bulmamak var." Sevgili okuyucularım hepinize sabırla bir yazımı daha bitirdiğiniz için teşekkürlerimi sunuyorum (ne de güzel konuşurmuşum maşallah nazar değmesin tü tü tü) sevgilim Ankara'dan görüşmek üzere. mutlu günler :)

25 Eylül 2011 Pazar

Boş!

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 21:12 0 yorum
               selam millet. sıkıcı bi gün geçiriyorum o yüzden oturdum pcnin başına. yazmak gibi bi düşüncem yoktu  ama baktım yapacak bişe yok iki kelime yazıyım dedim. dolayısıyla konuda yok kafamda eğer çok merakla başladıysanız okumaya zaten tek tük olan okuyucularımı da kaybetmek istemem siz sonraki yazıyı bekleyin. ama yok benimde canım sıkılıyo artı yapacak işimde yok diyorsanız buyrun okumaya.
               okulun açılmasına da çok az kaldı. biliyorum çoğunuzunki açıldı. şuan taş taşıma gözünüze daha mantıklı geliyor. benim 6 yıllık tıp fakültesi hayatım daha başlamadan bende aynı durumdayım hiç merak etmeyin. hiç bi heycan yok içimde. okul başlayacakmış da altı yıl geçermiş de miş miş. benim derdim öğrencilikle değilki ömrümün sonuna kadar öğrenci olabilirim ama en fazla 5 dakka kavga edemeden durduğum kardeşimin de dediği gibi dersler olmasa... ya hiç hazırlığı yaz okulunda geçmiş birinin eline 2 koca cilt anatomi atlası verilir mi? sevgili kuzenim bu sene mezun oldu ve kitaplarını ben tatildeyken verdi bana. o zaman bi mutlu oldum anlatamam. eve geldim ertesi gün açtım atlası. hay elime playsitationda pes oynamaktan kramp girseydi de açmasaydım. ya kitap büyülü müydü neydi anlamadım. sömürdü tüm isteğimi 2 dakika içinde. açtım ve kapadım. o gün bu gündür elime almıyorum. tam onun etkilerini üstümden yeni yeni atmaya başlamıştım ki bugün babacığımın 83 model antika değerindeki gıcır gıcır(!) anatomi kitapları geçti elime ( nerden geçiyo demeyin ankarada onalara para vereceğime daha güzel işlerde kullanabilirim bu parayı) ve içinde ders notları. aman tanrım. o andan itibaren yüzüme küçük emrah bakışı oturdu. ben kaşlarımın o acı dolu ifadeyi verebildiğini bilmiyodum meğer verebiliyomuş.
               3 gün sonra yolcuyum. bugün ev keyfi yapıyım dedim. televizyon kanalları hakkındaki düşüncelerimi önceki yazılarımı okuyanlar bilir. e bende doğalıyla bilgisayara yöneldim. biraz facede takıldım. bi iki sohbet. sonra kotalı internetimizde kaçak olarak doctor who nun dün yayınlanan bölümünü izledim. sonrada üye olduğum bi iki alışveriş sitesi var. onlarda biraz bakınıyım dedim. sinirlerim alt üst oldu ya. bizim ülkemizde kim fakir çok merak ediyorum. 500 liralık ayakkabılar (ki çoğu 1000 liradan düşmüş bu fiyata) kapış kapış gidiyor. manyak mı bunu alan insanlar hakkaten meraklar içindeyim. altı üstü ayakkabı bu. ayağına giycen ama eğer ben o kadar para verip o ayakkabıları alsaydım kafama geçiridim heralde.
                 bu gün bi fasıl da aylık iletişim vergisimidir nedir işte o zımbırtıya sövdüm. aylık 1.1 lira kesilir mi ya bari öğrencilerden indirimli kessinler. hattımın biri -8 lirada. kaç liraya kadar gidecek bende çok merak ediyorum ne olcak şimdi bu vergiyi ödemezsem? vergi kaçakcısımıyım şimdi ben?
               aklıma geldi. geçen gün bi arkadaşımla (kendisine sevgiler veee 'he he korkutamadın beni') sinamaya gittik. korku filmleriyle pek aram yoktur. ama biri gidelim dersede itiraz etmem pek. 'karadedeler olayı' diye bi film... adamlar bi kapak yapmış gören sanır ki filmi izleyen 10 gün uyuyamıyor. arkadaş korkma hevesim kursağımda kaldı. beni geçtim arkadaşım beni korkutamadı onun hevesi daha çok kursağında kaldı. aman siz siz olun bilmediğiniz bi filme çok umut bağlayıp izlemeyin..
              işte böyle bayanlar baylar ve arada kalanlar. biliyorum boş bi yazıydı. ana fikri de yok konusu da. ilk okulda sorarlar dı ya bu parçanın ana fikri ne diye eğer yazı bu olsaydı öğrenciler çok sevinirdi heralde. ama ben sizi b aşta uyarmıştım şimdi hiç boşuna okuduk zamanımızı çaldın diye sızlanmayın. hergün yukardakiler sizden öyle şeyler çalıyoki ben 3 5 dakkanızı almışım lafı mı olur? mutlu günler...

               
             

18 Eylül 2011 Pazar

Hoşgörü Diyarı: HATAY

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 12:36 3 yorum
        Baylar bayanlar merdivenden kayanlar hepinize selamlarrrrr.... Bazılarımızın tatili bitti bazılarımızın ise bitmek üzere. Hepimiz yeni bir okul dönemine veya iş dönemine hazırlanıyoruz. Bende yaz okulu sonrası gidebildiğim ufak tatilimden döndüm ve sizi özlediğime karar verdim. (biliyorum aynı şekilde özlenildim) Tatilimin bir bölümünde Hatay'a gittim. Size bugün hoşgörü diyarından bahsetmek istiyorum.
          Arkadaşlar bu Hatay nasıl bir yerdir ben anlam veremedim. Millet olarak Türkü, Arapı Ermenisi ve Kürtü var din olarak Aleviler, Sunniler, Ortadokslar, Süryaniler ve Yahudiler var. Bunları çarparsak (matematikte kaç çeşit olduğunu hesaplamak için öğrenmiştik) 20 çeşit topluluk yapar. Düşünebiliyor musunuz 20 çeşit topluluk bir şehrin içinde yaşıyor. Hemde sorunsuz kardeşçe. Bir köyden yola çıkıyorsunuz az ilerisi Sunni Türkler biraz ilerisi Süryaniler falan. Bu insanlar aynı okula gidiyor, aynı çarşıdan alışveriş yapıyor, birbirleriyle (küçükken annelerimiz derdi ya) kardeş kardeş oynuyor. Süper bir şey bu. Çoğu şehirde ki, Trabzon'da halay başı oluyor, farklı bir şehirden biri taşınsa bile herkes tuhaf gözle bakar. Tabi ne yazık ki...
          Hatay'da yürürken o kadar farklı dil duydum ki. İnsanlar kültürlerini kaybetmemiş. Ana dillerini hala korumaya çalışıyorlar. Türkçe ise ortak dil, eğitim dili, farklı toplumlar arasında anlaşma dili.
          Bu arada Hatay'da benim telefon ne hikmetse bi Suriye'ye gidip geldi. Telefonum maşallah benden çok geziyor. Yurt dışına çıktınız diye mesaj geldi elçiliklerin numaraları falan komedi gibiydi. Hayır tuhaf olan yanımdaki arkadaşlarımın telefonları gayet Türkiye'ye bağlıydı. İşte telefonumda benim gibi gezmeyi seviyor.
          Onu bunu bilmem ama ben hataya hayran kaldım. Tüm dünya ülkeleri için model teşkil edebilecek bir şehir. Herkese gidip oradaki insanların nasıl ırk, dil, din ayrımı yapmadan yaşadıklarını görmelerini tavsiye ederim. Mutlu günler...

6 Eylül 2011 Salı

Türk Seri Katiller

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 11:46 0 yorum
            Hep görürüz amerikan filmlerindeki seri katilleri. küçükken (itiraf ediyim hala) hep düşünürdüm 'ya bizim  niye böyle filmlerimiz yok'diye. bunun nedenini yıllar sonra lisedeki edebiyat öğretmenim açıklamıştı. 'bizde cinayet işleyecek adam çıkar köy meydanına alnının çatından vurur bide bunla gurur duyar. hapishanede bile el üstünde tutulur' düşününce gerçekten doğru bi noktaya değinmiş sevgili hocam. aynı nedenden dolayı bizim ülkemizde seri cinayetlerde pek popüler değildir. ama bi araştırma yaptım ve şaşırdım. bizimde seri katillerimiz varmış.
                                  
   TORNAVİDALI KATİL
Cumhuriyet tarihinin en çok insan öldüren katili olan Yavuz Yapıcıoğlu, 1994-2002 yılları arasında polis kayıtlarına göre 18, ailesine ve görgü tanıklarına göre 43 kişiyi öldürdü. Sudan bahanelerle işlediği cinayetlerden bir kaçı şöyle; 1994’te İstanbul’da aynı mahallede oturan bir genç kız ‘günaydın’ dedi. Bu yüzden kızla ve genç kızın nişanlısı ve arkadaşlarıyla kavga etti. Kavgada bıçağını çekip 3 kişiyi öldürdü. Pertevniyal Lisesi önünden geçerken bir hademe ile kız öğrencinin tartıştığını görüp olaya karıştı. Önce kızı kovaladı, sonra kendisini engelleyen hademeyi bıçakla öldürdü. Cinayetten sonra kaçtığı Adana’da olmadık sebeplerle 3 kişiyi daha öldürdü. Adana’dan kaçarken bindiği otobüs Ankara’da mola verdi. Simit alacaktı; ancak cebinde parası yoktu. Tanımadığı birinden para istedi, vermeyince adamı izleyip tenha bir köşede şişleyerek öldürdü. Cinayeti gören bir adamı da kovaladı, yakalayıp boğazından keserek hayatına kıydı. Harçlık vermedi diye ağabeyinin dükkanını yaktı. Ayrıca yakın akrabalarından ikisinin daha evini yaktı. Silivri’deki babasını öldürmek için evini bastı, baba Selim pompalı tüfekle ateş ederek Yavuz’un elinden kurtuldu. Buradan Balıkesir Edremit’e anneannesinin yanına kaçtı. 3 gün birlikte kaldığı anneannesi annesiyle ilgili hoşuna gitmeyen bir söz söyleyince kristal kül tablasını başına vura vura öldürdü. Olayı duyan anne 2 gün sonra kalp krizinden öldü.








   ARTVİN CANAVARI
'Yaşlı insanlari öldürüyorsam da bunlar zaten zamanlarını doldurmuşlar. Onlar bizim yerimize fazladan yaşıyorlar. Belki de bizim kısmetimizi yiyorlar. Hem kendimi tatmin ediyordum, hem de onlari öldürerek toplumu rahatlatıyordum.' ‘Artvin Canavarı’ ya da ‘Baltalı Katil’ olarak bilinen Adnan Çolak işlediği 11 cinayeti bu sözlerle açıkladı. 1992-95 yılları arasında Artvin ve ilçelerinde yaşları 68 ile 95 arasında değişen yaşlıları kurban seçen Çolak, öldürdüğü 6 kadına da tecavüz etti. Yakalandıktan sonra Adnan Çolak’ın yargilanması beş yıl sürdü. Zonguldak 1. Agir Ceza Mahkemesi, 25 yaşında cinayet islemeye baslayan Adnan Çolak'ı 6 kez idam, 112 yıl ağır hapis cezasına çarptırdı.



                       
 

BEBEK YÜZLÜ KATİL
Yakışıklı olması ve masum görüntüsü nedeniyle ‘Bebek Yüzlü Katil’ lakabı katılan Ali Kaya, tamamı Alanya’da gerçekleşen cinayetlerine, 1997 yılında amcası Celal Kaya’yı öldürerek başladı. Bu cinayet nedeniyle 5 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Cezası bitince, Adana'da kendi annesine tecavüz eden Zeynel Abidin Gümüş'ü öldürdü. Bu cinayet sonrası akli dengesi bozuk raporu alarak akıl hastanesine kaldırıldı. 1999’da ‘kapalı yerde duramaz’ raporu aldı ve hastaneden çıkarıldı. Bundan sonra Alanya’da 5 kişiyi daha bıçaklayarak öldürdü. Son cinayetinden sonra ‘kişilik bozukluğu’ teşhisiyle tekrar akıl hastanesine yatırıldı. Burada da ‘çivici katil’ olarak bilinen Ayhan Kartal’ı bıçaklayarak öldürdü. Son cinayetinden sonra Şanlıurfa yarı açık cezaevi’ne kaldırıldı. Bir yıl sonra buradan firar eden Kaya, 2004 yılında Alnaya’da yakalandı.

OTOBAN KATİLLERİ
Mehmet Karahasan ve Yiğit Bekçe 20 Ekim 2006’da başladıkları katliamda, 52 saat içinde 7 kişiyi öldürdüler. Katliamın ilk kurbanı, Bursa-Yalova kara yolunun Ovaakça beldesi yakınlarındaki kestane şekeri satış mağazasında tezgahtarlık yapan Hüseyin Çalışkan oldu. Bundan beş saat sonra, İzmit`te bir pişmaniye dükkanına giren zanlılar, burada da Fatih Kılıç`ı öldürdü. İkinci cinayettin üzerinden 7 saat geçmişken Sakarya`nın Hendek ilçesindeki bir akaryakıt istasyonuna giren Mehmet Karahasan ve Yiğit Bekçe, burada iş yeri çalışanı Mehmet Çakır`ı öldürdü. Daha sonra otomobille uzun bir yol boyunca ilerleyen ve katliama devam eden ikili Mersin'in Erdemli ilçesine bağlı Tömük beldesinde büfe işleten Özkan Köse'yi Pozantı - Çamalan mevkisinde Bekir Ciritçi'yi, Gölbaşı'nda Enver Aycık ile Necati Yücel'i öldürdüler. Mehmet Karahasan ve Yiğit Bekçe, ilk cinayetten 52 saat sonra Kızılcahamam'da yakalandı. 6 ilde işlenen cinayetler için açılan farklı davalarda ikisi de birkaç kez müebbet hapisle cezalandırıldı.
               Evet sayın okuyucular görüldüğü gibi bizimde "övüneceğimiz" seri katillerimiz olmuş daha benim burda yayınlamadığım birçok cinayet ve katil var. ben sizin için en ilginçlerini seçtim yazdım. benim gibi bu konuya meraklıysanız açın nternetten okuyun. tatildeyim ben yaaa :)
              


 

Bir Garip Doktor Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea