9 Mayıs 2016 Pazartesi

Falcı Bacı

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 13:49
           Bir insan geleceğini neden merak eder ki? Zaten yaşayıp görmeyecek miyiz? Ama olsun. Bir gidelim falcıya. Herkesin tahmin edebileceği şeyleri falcı söyleyince daha bir inandırıcı oluyor. Ya da dünyanın parasını bu işe verince inanmak mecburi oluyor. Ya tutmazsa? "Olsun sonuçta o da insan yanılabilir" oluyor. Yani işin özü kulp uydurmakta üstümüze yok. Bu kadar eleştirdim ama şimdi size kendi yaptığımı anlatınca aslında bunun bir özeleştiri olduğunu anlayacaksınız.
           Geçen hafta benim Afgan kankalardan birisi "Afganistan'dan bir matematik profesörü geldi bir konferans için. Adam çok tuhaf. Sayılarla kafayı bozmuş. Geleceğini söylüyor hesap yaparak." dedi. Tabiki doğal bir Türk kızı bu durumda ne derse ben de onu dedim. "Gidelim gidelim noluuuuur!" Sonraki gün de diğer Afgan arkadaşlarımdan adam hakkında duyduğum abartılı övgüler ve ne kadar yüce bir insan olduğuyla ilgili duyumlarımdan sonra iki lafımın biri "fal" olmaya başladı. İki üç gün arkadaşlarımın beyni ve kafalarının etleriyle beslendikten sonra adamdan bir randevu alabildik. Sevgili çatlak profesörümüz o gün Mevlana ziyaretine gitmiş. Saat 11'de Ankara'ya dönecekmiş. Ne yapalım, merak uğruna bekleyeceğiz dedik. Zaten başıma ne geliyorsa merakımdan geliyor ya neyse. Saat 11 gibi gara gittik adamı karşılamaya. Tam girmek üzereyiz, bir telefon: Beyefendi trenden inmiş, kimseyi göremeyince taksiyle oteline gitmiş. Döndük oteline gittik. Resepsiyonda beklerken bir yandan da arkadaşlarımın yoğun uyarılarıyla beklentilerimi arttırdıkça arttırdım. "Aman karşısında gülme, aman saygıda kusur etme..." Ben bayağı bayağı önemli bir adam beklemeye başladım. Tam o sırada 50li yaşlarda lacose tişörtlü, saçları kırlaşmış, göbekli bir amca yaklaştı yanımıza. Bir heyecan kalktım ayağa el sıkıştım. Yüzüme bir ciddiyet ifadesi oturttum derken arkadaşlarımdan biri bıyık altından "bu değil" demez mi? Neyse dedim geri oturdum. Bir kaç dakika sonra bir elinde kocaman bir poşet bir elinde kocaman bir çanta, benim boylarımda, yüzü 60 70 yaşlarında ama saçları kaşları kömür karası (eminim boya değildir, sayılarla oynayarak siyah kalmalarını sağlamıştır), gözlerinin biri toprağa bakan birisi Allah'a yalvaran bir tip geldi. (Yanlış anlaşılma olmasın. Kimseyle dalga geçmek değil niyetim. Sadece gecenin bir yarısı karşılaştığım manzarayı daha iyi anlamanızı istiyorum.) Adama elimi uzattım. Sonuçta medeniyet görmüştür diye ama malesef... Adam selamını aldım tarzı bir hareket yaparak karşımıza oturdu.  
           Karşımda yukarıda tasvir ettiğim tarzda bir insan var ve masadaki ben hariç 5 kişi adama hayran hayran bakarken gülmemek için yanaklarımı ısırmaktan bir hal olduğumu tahmin edersiniz. Daha öncesinde adama profesör dedikleri için "eşek değil ya koca profesör İngilizce biliyordur herhade." diye düşünmüştüm. Bilmiyormuş. Sağlık olsun. Neyse bizim karakaş çuval kıvamındaki poşetini açarak içinden 2x2 boyutlarında bir bez çıkarttı.Üstünde sudoku tarzı kareler. Üst tarafında Türk bayrağı ve Atatürk köşelerde, Ortada kocaman Bir Tayyip resmi.. Resmin altında da "Türkiye Cumhuriyeti'nin 2055 yılına kadar matematik felsefesi yönünden bir bakış" yazıyor. Bu cümleyi Türkçeye çeviren adam kör olmuş anlaşılan. Neyse başladı anlatmaya. O farsça konuşuyor, Arkadaşlarımdan biri de benim için Türkçe'ye çeviriyor. Adam o kadar çok konuştu ki o sırada. Benim üç tercüman bile yetişemedi. Ama aradan seçtiğim cümleler: "Yüce Tayyip Türkiye'yi kurtaracak. 2025 yılında kişi başı milli gelir 50 bin dolar olacak." Benim için bu iki cümle yetti zaten. "Sana doyum olmaz amca, bak Hacettepe psikiyatri buradan gözüküyor. Bir görün bence." demek gelse de içimden arkadaşlarıma ayıp olmasın diye surat ifademi ve postürümü korumaya devam ettim.
             Ulu profumuz kalem kağıt istedi. Başladı çizmeye. İç içe daireler, kareler,.. Saçma sapan sayılar.. Benim ne okuduğumu sordu. Tıp olduğunu öğrenince bir mutlu oldu. İnsan vücudunda kaç hücre var dedi. Nereden bilebilirim? Sonra bir yumurtanın bir spermi dölleme ihtimalini sordu. "Hacı doktorum ben. Bunlar değil benim işim" diyordum ki tam birden karakaş celallendi. Elindeki kalemi kağıdı fırlattı attı. Sonra cebinden pasaportunu çıkartıp fırlattı. Ben hariç herkesin kafası eğik. Ben donup kaldım. İçimden "eğer bu atar banaysa o üç tek saçını ben yolarım" diye geçirirken, kalktı yerinden. Koşarak dışarı çıktı. Dışarıda bir yağmur... Kıyamet kopuyor. Neyse bu gitti. Meğer masadaki diğer iki adama sinirlenmiş. Bu konuşurken dinlemediler diye. Adamlar gitti yanına, gelmedi. Sonra benim kız arkadaşlarımdan biri gitti. Baktık iki dakika sonra yağmurdan sırılsıklam döndü. Oturdu. Kaldığı yerden başladı anlatmaya derken birden bir ağlama krizi... Bütün bunlar olurken kıpırdamadan oturmaya devam ettim. Resmen transa geçtim. Bir anda sustu. Yazıp çizmelerine devam etti. Saçma sapan sayılar.. Yok tansiyon 120/80 yok günde 178 litre kan süzülür. Kuran-ı Kerim'de şu kadar ayet var bunu hadis sayısına bölünce şu sayı çıkıyor. Ben hariç herkes "vay be" modunda.. Karakaş yeniden kendi yüceliği karşında gözyaşlarına boğuldu. Gecenin bir körü sıcak yatağımda olmak varken ne yapıyorum ben diye  kendime içten içe söverken adam hiç susmadan konuşmaya devam etti.
            Türkiye'nin geleceği, insan vucüdunun şifreleri konularından sonra sıra bana geldi. Doğum tarihimi yazdı çizdi, topladı çıkarttı. Kolumdaki çantayı 3 yıl 3 ay 5 gün önce aldığımı söyledi. Ben de gönül rahatlığıyla "şekerim yeni sezon bu, maaşımın yarısını gömdüm 4 ay önce" dedim. Yok ben fabrikadan çıkışını söylüyorum dedi. Farsçam olsaydı yeni sezonun ne demek olduğunu anlatacaktım ama olmadı. Sonrasında adam salladı. Salladıkça tutturamadı. Tutturamadıkça ben bozdum. Ben bozdukça o kıvırdı. Benim söylediğimi bana 5 dakika sonra söyleyerek insanlarda "vaaay nereden biliyor" ifadesi uyandırdı. Her seferinde ben kendimi yırttım "ben söyledim ya biraz önce" diyerek. 1 saatlik saçmalamanın ardından herkes yorgun, ben hariç herkes hayal kırıklığına uğramıştı. İnandıkları bir insan daha "şaklaban" olmuştu. Sonunda bitti gidiyoruz derken adam kızları özel olarak bir köşeye çekti. Bana "erkeklerin yanında söyleyemedim. Sen aynı anda iki kişiyle görüşüyormuşsun" dedi. "Ben ne münasebet" diye aniden çıkışınca biraz daha yumuşattı sözlerini. "Birisini seviyormuşsun öbürünü bekletiyormuşsun" dedi. Bu sefer gözlerimi ayıra ayıra "hayır" deyince elimi sıktı (ah o günden beri elimi yıkamıyorum) Beni tebrik etti. Ben de içimden "güzel kız görünce bir kulp uydur değil mi yaşlı ayı?" dedim. Farsça bilseydim görürdü gününü ama el mahkum sustum.
             Vedalaşma olayı kaç dakika sürdü hiç bilmiyorum. Bir ara denizdeki kum kadar sözcüğüm var dediğini söyledi arkadaşım. Şaşırmadım. Boş konuşmak bedava. Sonra müslüman ülkeler neden gelişmiyor. Müslümanın profesörü bile böyleyken... Gittiğim, dinlediğim pardon dinlemek zorunda kaldığım için kendimden utandığımı söylememe gerek yok sanırım.
             Hayatımın 3 güzel saatini böyle saçma sapan harcadığım için kendimi affedemiyorum.  İyi tarafından bakarsak sayemde bayağı bir "müridini" kaybettiğini söyleyebilirim. Masadakiler, onların arkadaşları, akrabaları... Size tavsiyem fala inanmayın, falsız kalın. Bu arada merak edenler için tabiki tek kuruş vermedim. Mutlu günler :)
NOT: Karakaşın ismini ve resimlerini kullanamıyorum. Adam kesin şizofren. Şimdi görür, duyar, bana sarar falan. Benim hayatımdaki ruh hastaları bana yetiyor zaten.

0 yorum:

 

Bir Garip Doktor Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea