5 Temmuz 2015 Pazar

Hayat Kısa, Kuşlar Uçuyor

Gönderen Hazan Çıtlak zaman: 12:12
           Zamanın geçmesini büyümek değil de yaşlanmak olarak isimlendirmeye kaç yaşımızda başlıyoruz? Ciddi anlamda düşündüm ve bir karara varamadım. Onsekizime hatta yirmime kadar büyüdüm. Malum üniversite okuyanlarda ergenlik biraz geç tamamlanır. E 20'den sonra? Yaşlanıyorum demek istemiyorum sanırım.
           "Zaman, zamansız olmayı sever. Ben çok tanık oldum buna, sen de az şahit olmamışsındır. Ya nasıl geçtiğini anlamazsın saatlerin, ya nasıl daha çabuk geçer diye çabalarsın." der en sevdiğim şairlerden biri, en sevdiğim denemelerinden birinin girişinde. Lise yıllarıma dönüp baktığım zaman, üstünden 5 yıl geçmesine rağmen ilginçtir ki hala ne kadar uzun sürmüş diyorum. Baş ağrısıyla kıvranırken, üç saat boyunca "etüt" adı altında, her kafadan ayrı bir ses çıkan bir sınıfta oturmak. Anlatılmaz, yaşanır. Korkunçtu. O üç saat geçmezdi. Ben de sürekli yazardım. Test kitabının arkasına, ders kitabının boş yerlerine... Ergenliğin de verdiği yoğun duygu durumu değişiklikleriyle yazdıkça yazardım. "İlerde bunları okuyayım da ne kadar mutsuzmuşum görüp, halime şükredeyim." düşüncesiyle de hepsini saklardım. Saklardım değil, saklıyorum. 2 klasör halinde tarihlerine göre ayrılmış yazılar, şarkı sözleri, karalamalar... 4 yıl değil de 4 asırmış gibi.
           Eşyalarımı Trabzon'dan arabaya doldurup Ankara'da almıştım soluğu. Ailemle vedalaşıp, yurduma doğru yalnız yürürken kendimi o kadar özgür hissetmiştim ki. Haydarpaşa Gar'ından çıkıp "Seni yeneceğim İstanbul" diye bağıran bir Türk filmi karakteriydim adeta. Replikleri hafifçe değiştirip " sen bana iyi davran, ben de sana Ankara.. Sen beni sev, ben de seni seveyim." demiştim. Sonrası bir soluk kadar kısa. Hani derler ya ölürken hayatın film şeridi gibi gözünün önünden geçer diye, işte benim üniversite hayatımın sanki oluşu böyle film şeridiymiş gibi. Aksiyon, dram, entrika, aşk, ihtiras, gözyaşı (pembe diziye bağladım) ne ararsan var. Ama dedim ya zaman zamansız diye, hop bu zamana geldim. Allahtan üniversitem 7 yıl da filmime ekleyeceğim 5 10 saniye daha olacak.
          Ankara ile aramızdaki anlaşma hiç istemediğim bir biçimde bozuldu. Tam olarak ne zaman oldu kestiremiyorum. Buna ben mi neden oldum ya da o mu burnum sürtsün istedi onu da bilmiyorum. Artık benim için çok sevdiğim, eğlenceli, aksiyonlu şehir değil. Bozkırın ortasında, içinde yaşamak zorunda olduğum bir beton yığını. Hakkını yemeyeyim ama. Hala arada da olsa bana kıyak geçebiliyor. Bu yüzden 2 sene daha kalabileceğimi düşünüyorum. Sonrası muamma. Kin tutan bir insan değilim. Belki bu süre zarfı içinde Ankara hatalarını telafi etmeyi başarır ve her şeye sıfırdan başlarız. Belli mi olur?
          Yazıya başlama amacım eskiden bayılarak okuduğum kitaplardan eskisi kadar tat almadığımı anlatmak, hatta bir iki kitap eleştirisinde bulunmaktı ama konuyu bir türlü buraya bağlayamadım. En iyisi bunu başka bir yazıya saklayayım. Yazımı da çok sevdiğim şairin, çok sevdiğim denemesinin devamı ile bitireyim:
        "Her şeyin bir gün bitmeye mecbur olmadan -ki yemin ederim hiçbir şey ölmeye gönüllü değildir- yaşamalısın onu. Geç kalınmış bir buluşmanın adıdır hayıflanmak. Peki ona geç bile kalamamak nasıl bir kayıp olur? Sahip olamadığın bir şeyi de yitirebilirsin. Dokunamadığın, elini tutmadığın, yan yana yürümek şöyle dursun hiçbir zaman karşılaşmadığın, karşıdan bakamadığın bir insanı mesela...
         Bizden iki çıkmaz dedim. Ben sen'im artık, sense benim bütünümsün; biz biriz....
         İkiden biz çıkmaz dedi; seninle ben ayrılmak için bir araya geliriz.
         Birini çok sevdim, biri de beni çok sevdi. Ne ikiden biz çıktı ne de bizden iki..."

0 yorum:

 

Bir Garip Doktor Template by Ipietoon Blogger Template | Gift Idea